31 Aralık 2009 Perşembe
Depresyon hastaları,depresyonizm,depresyon sebebi
Sebepleri neler?
Depresyona sebep olan faktörlerin tamamı henüz bilinmiyor. Ancak çeşitli biyolojik ve duygusal faktörlerin bir insanda depresif bir bozukluk gelişmesine neden olduğu biliniyor. Son on yılda yapılan araştırmalar, kalıtımın depresyonda rolü olduğunu gösteriyor. Kimi ailelerde depresyon daha yaygın olabiliyor. Yaşanan çeşitli kötü deneyimler ve hayat olaylarının yanı sıra, stresle başa çıkmadaki zorluk, kendine değer vermemek ve kötümserlik gibi bazı kişilik özelliklerinin de depresyona eğilimi arttırdığı biliniyor.
Ne kadar yaygın?
Depresyon, sanıldığından çok daha sık karşılaşılan bir hastalık. Her dört kadından biri ve her sekiz erkekten biri hayatında en az bir kez depresyon geçiriyor. Her yıl 13 –19 yaş arasındaki gençlerin ortalama yüzde 3 - 5'i depresyonla karşı karşıya kalıyor.
Nelere yol açıyor?
Depresyon son derece ciddi olabiliyor. Okulda başarısızlığa, okuldan kaçmaya, alkol ve uyuşturucu bağımlılığına, evden kaçmaya, çaresizlik ve ümitsizlik duygularına neden oluyor. Son 25 yıl içinde gençlerde ve genç yetişkinlerde intihar vakalarının ciddi oranda arttığı görülüyor. İntihar eğilimi çoğu zaman depresyona bağlı gelişiyor.
Her depresif bozukluk aynı mı yaşanıyor?
Depresyonun çeşitli tipleri var. Bazı insanlar hayatında sadece bir kez depresyonla boğuşuyor. Ancak birçok insanda depresyon birden fazla tekrarlayabiliyor. Bazı depresyon vakaları ortada görülür bir sebep olmadan başlıyor. Fakat bazıları hayatta karşılaşılan olaylarla ve stresle bağlantılı olarak gelişiyor. Depresyondaki kişiler bazen yataktan kalkmak ya da giyinmek gibi sıradan gündelik işlevleri bile yerine getiremez oluyor. Bazılarıysa, manik değresif denen ve ruh halinin karamsar derinlikleri ve coşkulu aktivite yoğunluğu arasında gidip gelebiliyor.
Tedavi edilebiliyor mu?
Depresyon tedavi edilebiliyor. En ağır şekilleri de dahil olmak üzere, depresyon vakalarının yüzde 80 - 90’ı yardım görerek iyileşebiliyor. Depresyon belirtileri psikoterapi ve ilaç tedavisi birlikte uygulanarak iyileştirilebiliyor. Depresyon tedavisindeki en önemli ve çoğu zaman da en zor adım yardım isteyebilmek.
Neden yardıma başvurulmuyor?
İnsanlar çoğu zaman depresyonda olduklarını bilmedikleri için yardım istemiyorlar. Bu da tedavilerini geciktiriyor. Gençlerin de erişkinlerin de bu konudaki sorunu aynı oluyor. Depresyon belirtilerini kendilerinde veya çevrelerinde görseler bile tanıyamıyorlar.
Depresyon Kendini Nasıl Gösterir?
Şimdi sıralayacağımız semptomlar eğer iki hafta süreyle kendini gösterirse o kişiye depresyon tanısı konabilir. Özellikle ilk iki maddeden birinden yakınılıyorsa hiç vakit geçirmeden hemen bir hekime görünülmelidir.
1. Bütün gün boyu devam eden duygudurum azalması.
2. Bütün gün boyu süren etkinliklere karşı ilgi ya da yaşam zevkinin azalması.
3. Hergün uykusuzluk veya aşırı uyuma.
4. Kilo kaybı veya kilo alınması
5. Değersizlik veya aşırı suçluluk duyguları.
6. Düşünme ve konsantrasyonda azalma.
7. Alınganlık, tepkisellik, saldırganlık, her lafa karışma veya bitkinlik, tembellik, ilgisizlik, enerji kaybı.
8. İntihar etme düşünceleri.
Depresyonda Kendinize Yardım
· Hher olumsuz düşünce için bir olumlu düşünce geliştirin.
· Negatif değil pozitif bakış açısı olan insanlarla ilişki kurun. Bu insanlar sizin moralinizi yükseltirler.
· Dikkatinizi kendinizden uzaklaştırmak için başkasına yardım edin.
· Hergün fizik egzersiz yapın, sadece yürüyüş olsa bile.
· Farklı bir şey yapın. Yeni bir yere gidin, yeni bir restaurant deneyin.
· Yeni bir projeye başlayın. Zor olmasına gerek yok ama mutlaka eğlenceli olmalı. Eğleneceğiniz ve kendinizi ifade etmenize izin verecek bir şeyler yapın (örneğin; yazı yazma, resim yapma)
· Gevşemenize yardım edecek bir şeyler yapın. Müzik dinleyin, kitap okuyun, ılık bir duş alın, gevşeme egzersizleri yapın.
· Alkol ve maddeden uzak durun. Alkol ve madde depresyonu daha da kötüleştirir.
· Kendinize erişilmesi güç amaçlar koymayın ve büyük sorumluluk almayın.
· Büyük işleri parçalara bölün, öncelik sırasına göre ve yapabileceğiniz kadarını yapın.
· Kendinizden beklentileriniz çok büyük olmasın.
· Başka insanlarla birlikte olmaya çalışın, yalnız olmaktan daha iyidir.
· Kendinizi daha iyi hissedeceğiniz aktivitelere katılın.
· Hayatınızla ilgili önemli kararlar (iş değiştirme, evlenme, boşanma v.b.) almayı depresyonunuz geçinceye kadar erteleyin.
Olumsuz düşünceleriniz depresyonun bir parçasıdır, tedavi ile birlikte kaybolacaktır.
Depresyonda Başkasına Yardım
· Depresyonda bir yakınınıza yardım edebileceğiniz en önemli konu onun uygun tanı ile uygun tedavisinin uygulanmasını sağlamaktır. Bu, yakınınızın doktordan randevusunu alıp, gitmesini sağlamakla başlayabilir. Ayrıca yakınınızın ilaçlarını alıp almadığına da dikkat etmelisiniz.
· Depresif kişiyi tembellikle ya da hastalık numarası yapmakla suçlamayın. Bu tür davranışları tedavi ile zamanla daha iyi olacaktır.
· Duygusal destek önemlidir. Bu anlayış, sabır ve kabullenmeyi gerektirir. Onu konuşmalara dahil edin, dinleyin. Gerçeklere dikkat çekin, ümitli olun. İntihar uyarılarını dikkate alın ve hekime bildirin.
· Depresif yakınınızın aktivitelere, yürüyüşlere v.b davet edin. Reddettiğinde kibarca ikna etmeye çalışın. Ama zorlamayın, depresif kişi işbirliğine ve yönlendirmeye ihtiyaç duyar ancak ağır istekler / beklentiler başarısızlık hissini arttırır.
Kimler Risk Altında?
Hiç kimsenin depresyona karşı bağışıklığı yoktur. Depresyon her yaşta, her sosyal sınıfta, her ülkede ve her kültrel çevrede görülebiliyor.
Cinsiyet: Kadınlarda erkeklere oranla yaklaşık iki kat fazla depresyon görülüyor. Bunun için çeşitli açıklamalar öneriliyor. Ancak, en yüksek olasılık kadınların hayatındaki fizikososyal faktörleri. Yani kadınların aynı anda hem anne, hem eş ve ev kadını, hem de iş kadını rollerini üstlenmek zorunda kalmalarından ötürü daha fazla strese mazur kalmaları.
Yaş: Depresyon olasılığının yaşla birlikte arttığı düşünülüyor. İkinci Dünya Savaşı öncesinde ilk depresyona giriş ortalama 40’lı yaşların sonlarındaydı. Ancak yeni çalışmalar, günümüzde artık başlangıç yaşının 20’lerin sonlarında olduğunu gösteriyor.
Sosyo - ekonomik düzey: Gelir ve eğitim düzeyi yükseldikçe, depresyon oranları düşüyor. Daha ağır depresyon tipleri, genelde daha düşük sosyo-ekonomik gruplarda gözleniyor.
Diğer hastalıklar: Akut hastalıklarla ve uzun süre bakım gerektiren hastane ortamında yatmaları gereken hastaların yüzde 10 – 15’i depresyon geçirebiliyor. Bunlara ek olarak yüzde 20 - 30 arasında bir gurupta depresif semptomların gösterdiği saptanmış.
Alkol, kokain vb. gibi madde bağımlılığının da depresyon riskini arttırdığı kanıtlanmış.
Hastalık Depresyon oranı
Ayakta tedavi 2 – 15
Yatarak tedavi 12
Kanser 18 – 39
Miyokard Enfarktüs 5 – 19
Romatoid Artrit 13
Parkinson 10 – 37
İnme 22 – 50
Diyabet 5 – 11
Aile hikayesi: Depresyon hastalığı geçiren veya geçirmiş olan ailelerde, depresyon görülme olasılığı ortalama 2 – 3 kat daha fazla oluyor.
Medeni durum: Eşinden ayrılmış ya da boşanmış kişilerde depresyon riski evlilere oranla 2 – 4 katı daha fazladır. Ayrılmış ya da boşanmış erkeklerin riski kadınlardan daha yüksektir.
Kaynak: draligus
30 Aralık 2009 Çarşamba
Saç dökülmesi,saç ekimi, saç dipleri problemi,saç çıkmaması,
Saç Ekim Merkezi
Saç seyrelmesi ve dökülmesi ise özellikle erkeklerde meydana gelen ciddi bir sağlık problemidir. 25 yaş üzerindeki erkeklerin yaklaşık dörtte birinde, 50 yaş üzerindeki erkeklerin ise hemen hemen yarısında belli bir derecede saç dökülmesi bulunur. Buradaki problem saç dökülmesinin yalnızca estetik kaygılara yol açmaması, sosyal ve psikolojik yönden de kişiyi olumsuz etkilemesidir.
Saç ekimi veya diğer adıyla saç nakli sağlıklı ve güçlü saç köklerinin verici bölgeden alınarak seyrekleşmiş veya tamamen dökülmüş bölgeye taşınması işlemidir. Saç kökleri genellikle güçlü oldukları baş arkasından alınır. Çağdaş cerrahi teknolojileri sayesinde saç ekimi ile son derece doğal görünümler elde edilebilmektedir. Bu sayede saç kaybına bağlı kişide oluşabilecek psikolojik travmalar ve sosyal yaşamdan uzaklaşma saç nakli ile düzeltilerek bireyin kendini daha güçlü hissetmesi sağlanabilmektedir.
Saç ekimi ciddi bir iştir. Hattat Hastanesi 10 yılı aşkın tecrübesini, saç ekimi konusunda da plastik cerrahlardan oluşan uzman kadrosuyla, güvenilir ortamıyla ve bütçenizi zorlamayan, uygun ücret politikasıyla hizmetinize sunmaktadır.
Saç Dökülmesini Neler Arttırır?Aslında saç dökülmesi saçın doğal yenilenme sürecinin bir parçasıdır. Her saç teli büyüme, dinlenme ve dökülmeden oluşan genetik bir programla kodlanmıştır. Bu nedenle günde 100 kadar saç telinin dökülmesi normaldir. Saç kökleriniz sağlıklı ise bu teller tekrar uzayacaktır.
Bir insanın kafa derisindeki saç teli sayısı 100.000 ile 150.000 arasında değişir. Yeni doğan bir bebeğin kafa derisinin santimetre karesinde 1.000 saç bulunur. 25 yaşındaki bir insanda bu sayı 600�lere kadar düşer. 30 ile 50 yaşları arasında saç yoğunluğu 250-300 civarındadır. Belirgin saç dökülmesi olmadığı sürece saç yoğunluğu yaş arttıkça azalır.
Ancak bazı durumlarda saçlardaki dökülme miktarı artar. Aşırı ve kronik stres, bağ dokusu hastalıkları, bazı ilaçların kullanımı, kronik hastalıklar, beslenme eksiklikleri ile hormonal sebepler saç dökülmesini başlatabilir veya arttırabilir. Yine yanlış kozmetik ve şampuan seçimi ve mevsim değişiklikleri de saç dökülmesini çoğaltabilir. Fiziksel bir travmaya maruz kalan bölgede saç dökülmesi görülebilir. Eğer saç dökülmenizin sebebi yukarıdaki faktörlerden biriyse o zaman altta yatan sorun tedavi edilerek saçlarınızın tekrar uzaması mümkündür.
Androjenik Tip Saç Dökülmesi Nedir?
Androgenetik Alopesi (Erkek tipi Saç Dökülmesi) erkeklerde ve kadınlarda en sık rastlanan kalıcı saç dökülmesi türüdür. Bu tip saç dökülmesinde, alın veya başın orta bölümünde belirgin bir şekli takip eden aşamalı saç kaybı gözlemlenir.
Androjenik tip saç dökülmesinin ana nedeni saç köklerinin testosteronun bir türevi olan dehidrotestosterona (DHT) karşı genetik olarak belirlenmiş hassasiyetidir. Saç köklerinin bu hormon türevine karşı hassasiyeti ne kadar kuvvetli ise saç kaybı o derecede ağır seyreder. Aynı şekilde DHT�ın testosterona oranı ne kadar fazla ise saç dökülme süreci o kadar hızlı gelişir. Saçı dökülen hastaların saçlı derisinde saçı dökülmeyenlere oranlar daha fazla androjenik alıcı olduğu da bilmektedir.
DHT saç köklerinin yaşam döngüsünü kısaltır. Sonuçta önce saç teli incelir, renkleri açılır, seyrekleşir ve sonunda saç kökü tamamen yok olur. Böylece kalıcı kellik başlar.
Bunun yanında kişi yaşlandıkça belli orandaki saçı kısalır ve incelir. Androgenetik saç dökülmesine yatkınlık olsa da, olmasa da, sadece yaşa bağlı olarak gerçekleşen bu sürece minyatürizasyon denir. Minyatürizasyona uğrayan saçlar dökülür ve işlevsel saç köklerinin sayısında bir azalma olur.
Saç "Çemberi" Neden Önemli?
Genetik nedenli androgen duyarlılığı başın belli bölgelerinde etkili olur. İki kulak arasındaki saç çemberi �kalıcı saç� olarak tanımlanır. Bu saç foliküllerinin DHT�ye karşı genetik bir duyarlılığı yoktur ve varlıklarını yaşam boyunca sürdürürler. Buradaki kalıcı kökler sayesinde, başarılı bir saç tedavisi ile saçınızın kaderini değiştirmeniz mümkündür.
Kimler Saç Ektirebilir?
Ense, göğüs, sırt gibi vücutlarının çeşitli bölgelerinde verici saç ve kıl bölgesi bulunan herkes kadın erkek fark etmeksizin saç ekimi yaptırabilir. Saç nakli her yaşta uygulanabilir.
Modern tekniklerin saç ekimi cerrahisinin geliştirmesi ile birçok erkek ve kadın geçmişte saç nakli cerrahisine uygun aday değilken bugün uygun aday haline gelmiştir, gelişen yeni teknikler ile birlikte her kişiye uygun doğal saç görünümünü gerçekleştirme olanağı sağlanmıştır.
En Modern Teknik: Foliküler Ünite Ekstraksiyonu- FUE Saç Ekimi
Saç ekimi yöntemleri başlıca FUE ve FUT olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Son yıllarda uygulanmaya başlanan FÜE Tekniği vücut kılı nakline olanak verir. Bu yöntem ile vücudun birçok bölgesinden göğüs, karın, sırt vb. gibi bölgelerden verici olarak foliküler ünite elde edilebilir. Vücudun diğer bölgelerinden kılların kullanılması var olan verici saçların toplam miktarına da gözardı edilemeyecek katkıda bulunur. Araştırmalar sonucu göğüsten alınıp kafa derisine ekilen kılların göğüste olduğundan daha hızlı uzadığı bulunmuştur.
Kısaca FÜE- Bistürü kullanılmadan gerçekleştirilen mikrocerrahi bir teknik olduğu için dikiş gerektirmez.
- İsteğe göre ya da gereken seanslar birer gün arayla beklemeden arka arkaya uygulanabilir.
- Saç folikül grupları birer birer ayrı ayrı nakledilir.
- Yara izi bırakmaz.
- Kadın ve erkekler fark etmeksizin isteyen her kişi de uygulanabilir.
- İyileşme süresi oldukça kısadır. Bu yüzden operasyon gerçekleştirildikten hemen sonra normal hayata devam edilebilir.
- Kaş ve sakalların yeniden oluşturulabilme olanağı vardır.
- Verici bölge kısıtlaması olmadığından saç ekimi istenilen alıcı alana istenilen yoğunlukta saç ekimi yapılabilir.
Saç Ekimi Sonrası:
Hattat olarak amacımız size mümkün olan en doğal görünümü en verimli biçimde vermektir. Operasyondan sonra kendi saçınız ile nakledilenler arasında bir fark görmeniz mümkün olmayacaktır. Nakledilen saç tamamen sağlıklıdır ve görünüş olarak doğaldır. Saç çizgisi önemli derecede gerilemiş ve geniş saçsız bölgeleri olan kişiler bile verici alanı yeterli ise bu yöntemle iyi bir saç örtüsüne kavuşabilir.
Saç ekimi operasyonu tamamlandıktan hemen sonra bile işinize devam edebilirsiniz.
Ense bölgesinde bulunan saçlar daha kalın ve dayanıklı olduğu için ekildiklerinde dökülmezler. Ekilen bu saçlar size ait olduğundan uzar ve daha önce yaptığınız her işlemi rahatlıkla yapabilirsiniz.
Son Söz
Bir hasta için hangi yöntemin uygun olduğunun belirlenmesinde verici bölgedeki saç yoğunluğu, kafa derisinin gevşekliği, saç dökülme tipi, saç rengi ve saçın dalgalı veya düz olması, gibi pek çok faktör rol oynar. Bu belirleyici özellikler Hattat Hastanesinde yapılacak konsültasyon sırasında hastaya anlatılır. Ücretsiz danışmanlık ve tüm sorularınız için bizleri arayabilirsiniz.
29 Aralık 2009 Salı
Aft diş hastalığı, Aft agız hastalığı, Aft problemi, Aft diş sağlığı
Aft ağız içerisinde sıklıkla yanak ve dudak mukozasında, dil üzerinde, yumuşak damakta, farenkste, diş eti üzerinde görülen solgun sarı-kırmızı hale ile çevrili oldukça ağrılı ülserleşmiş lezyonlardır. Toplumun %18-20 az ya da çok aft sorunu ile karşı karşıyadır. Bayanlarda daha sıklıkla rastlanır. Aft genellikle tek olarak seyretse de aynı anda birkaç bölgede birden görülebilmektedir.
Aftın oluş nedenini belirlemek için çeşitli araştırma yapılmıştır. Ancak aftın oluşumunu hızlandırıcı ve seyrini kötüleştirici birçok faktör faktör saptanmasına karşın oluş nedeni tam olarak belirlenememiştir.
Bu nedenle aft oluşumunu hızlandıran ve iyileşmesini geciktiren faktörlerden bahsetmek mümkündür.
Aft oluşumunda hangi faktörler önemlidir?
STRES
Günümüzde migren, yüksek tansiyon ve gastrit gibi birçok hastalığın nedenleri arasında kabul edilen stres aft oluşmasının en önemli nedenlerinden birisidir.
Hanımlarda premenstural gerginlik(adet öncesi dönem) de aft oluşumunu hızlandıran faktörlerdendir.
YİYECEKLER
Turunçgiller, sirke, turşu, patates cipsi, tuzlu ve baharatlı çerezler gibi ağız mukozasını tahriş edebilen yiyecekler aft oluşumunu hızlandıran önemli faktörler arasında sayılmaktadır.Bunların yanı sıra bazı bünyeler için alerjik olabilen kara buğday, çavdar, arpa, çikolata, fındık, kabuklu deniz hayvanları, soya, domates, bazı patlıcan, elma, incir, peynir gibi yiyecekle.de aft oluşumunu hızlandırırlar.
TRAVMA
Yanak dil dudak ısırma, sert yiyeceklerin tahrişi ve yumuşak olmayan diş fırçalama işlemleri ve iyi adapte olmayan protezlerin neden olduğu vuruklar aft için uygun zeminin oluşmasına yardımcı olurlar.
DİŞ MACUNU
Diş macunlarının temizleme özelliğini artırmak için köpük yapıcı olarak yapılarına katılan "sodyum lauryl sulhate" ( SLS ) mukoza hücrelerinin yıkımını artıran tahriş edici bir kimyasaldır. SLS bu özelliği ile aft oluşumu üzerine direkt etkili olan bir maddedir.
Özellikle aft sorunu olan kişilerin kullanabilmesi için günümüzde daha az oranda (%1.25) SLS içeren diş macunları üretilmektedir. (Tom's of Maine Natural Toothpaste , Oral-B Sensitive Fluoride Toothpaste.)
SİSTEMİK HASTALIKLAR
Behçet Hastalığı: Genital ülser, konjuktivit, retinit, lokositoz gibi, birçok sistemik belirtiler yanında ağız içerisinde oluşan tekrarlayıcı aftlarla kendini gösteren bir hastalıktır.
Birçok malign ve otoümmin hastalıklarla birlikte de tekrarlayıcı aftlar görülebilmektedir.
DİĞER NEDENLER
B12 vitamini ve demir noksanlığı,sigara içme, tütün çiğnemenin gibi alışkanlıkların de aft oluşumuna katkıda bulunan önemli faktörler olduğu bilinmektedir.
Tedavi
Aftlar herhangi bir tedavi uygulanmasa da genellikle 7-10 gün sonra kendiliğinden iyileşmektedir. Aft sorunu ile karşı karşıya olanların aşağıda sıralanan işlemlerden birini yada birkaçını uyguladıklarında daha rahat bir periyot geçirmeleri mümkündür:
Ağrıyı azaltmak ve iyileşme periyodunu kısaltmak için:
Sıcak, asidik ve tahriş edici gıdalardan kaçınılmalır.
"2% hydrogen peroxide" solusyonuna batırılan pamuk yada gazlı bez ile aft bölgesi temizlenebilir.
Su ile karbonat karışımından hazırlanan ince yapılı bir krem aft üzerine sürülebilir.
Yarım bardak suya yarım kaşık tuz ilavesi ile elde edilen solusyonla günde üç kez gargara yapılabilir,
Yemeklerden önce aft bölgesine "xylocaine" solusyonu ya da ağız için hazırlanmış anestezik kremler uygulanabilir.
Aft üzerine uygulanacak "orabase", "Gly-oxide", "Cankaid","Ambesol" gibi ağız içi kremler uygulanabilir.
"sucralfate" tableti ılık suda eritip gargara yapılabilir.
Özellikle aftı başlangıç aşamasında "tetrasiklin" tableti suda eriterek elde edilen solusyon ile gargara yapmak aftın fazla büyümesini engeller ve ağrıyı azaltır.
Gene aftın başlangıç safhasında bölgeye bir topikal steroid "%0.1 lik triamcinalone" uygulanması ya da steroidli bir gargara "betamethasone syrup" ile gargara yapmak aftın fazla büyümesini engeller ve ağrıyı azaltır.
"Chlorhexadine" gargaralar iyileşme periyodunu kısaltır.
"Tetrasiklin" şurup la hazırlanan 12,500 unite "nystatin", 1.25 mg "diphenhydramine", ve 0.25 mg/m "hydrocortisone" karışımı 'shotgun' solusyonu olarak kullanılabilir.
PROSTATİTLER Problemi, Prostat iltihabı sebebi, Prostat
PROSTATIN İLTİHABİ HASTALIKLARI; PROSTATİTLER
1-PROSTATIN MİKROBİK OLMAYAN MÜZMİN İLTİHABI
Erkeklerde çok sık görülen �kronik non-bakteriyel prostatit�, prostatın belirli bir bakteriye bağlı olmaksızın iltihaplanmasıdır. Belirtileri arasında sık idrara çıkma, ani veya zorlu idrar yapma, idrar yaparken ağrı ve yanma, gece sık idrara çıkma, sırtın alt kısmı veya cinsel bölgede ağrı, azalmış idrar akımı, semende kan görülmesi, ağrılı boşalma, hafif ateş, tekrarlayan mesane enfeksiyonları olabilir. Ancak idrarda veya prostat bezi sıvısında bakteri tespit edilemez. Bu nedenle bu prostatit tipinin tanı ve tedavisi son derece zordur. Zaten amaç, hastalığı tamamen ortadan kaldırmaktan ziyade belirtilerin rahatlatılmasıdır.
Bu iltihabi durumu tetiklediği düşünülen faktörlerden bazıları şunlardır:
- Seksüel aktivite: Cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyonu (bel soğukluğu, klamdiya gibi) olan, seksüel olarak aktif genç erkeklerde daha sık gelişir.Bazı erkeklerde cinsel ilişki sıklığının azalması iyileştirici bir faktör olabilir.
- Endişe veya stres: Stres idrar akımını kontrol eden kasların kasılmasına neden olur. Bu kaslar, mesane ve rektumu destekleyen pelvik taban kaslarıdır. Kasılmalar, kasların düzenli gevşemelerini önler ve idrarın prostata geri dönüp, dokusunu zedelemesine neden olur.
- İdrarı bitirme ve yeniden başlama: Bazı erkekler idrar yaparken sık sık durup tekrar başlarlar. İdrar akımını durdurmak üretradan geri idrar kaçışına neden olur ve bu da prostatı tahriş eder.
- Ağır Kaldırma: Mesane doluyken ağır kaldırma idrarın prostata geri kaçışına neden olur.
- Meslek: Kamyon şoförlüğü gibi meslekler bu enfeksiyonla ilişkili olabilir.
- Bazı aktiviteler: Bisiklete binme veya jogging gibi aktiviteler bezi tahriş edebilir.
2- PROSTATIN AKUT İLTİHABI
Prostatın akut iltihabı seyrek görülmekle birlikte son derece ciddi bir durumdur. Ateş, üşüme, grip benzeri durum, idrar yaparken ağrı ve yanma, idrar yapma güçlüğü, azalmış idrar akımı, idrar yapma esnasında mesaneyi tam boşaltamama hissi, sık ve acil idrar yapma ihtiyacı, kanlı idrar, ağrılı boşalma en sık görülen yakınmalardır.
Bu prostatın tipinden çoğu zaman üriner sistem ve kalın barsaklarda bulunan bakteriler sorumludur. Akut bakteriyel prostatit idrar yapamama ve kan dolaşımına enfeksiyon yayılması gibi ciddi problemlere neden olabilir. Bu nedenle kişilerin vakit kaybetmeden doktora başvurmaları ve semptomlar ciddiyse birkaç gün hastanede kalmaları önerilir.
3-PROSTATIN MÜZMİN MİKROBİK İLTİHABI:
Bu prostatit tipi bakteriyel enfeksiyon nedeniyle olur. Akut prostatitin aksine semptomlar daha yavaş gelişir ve belirtileri kronik non-bakteriyel prostatit ile hemen hemen aynıdır. Kronik bakteriyel prostatitin nedeni açık değildir. Üriner sistemdeki bakterilere, mesane veya kan enfeksiyonuna bağlı olabilir. Prostat bezinde oluşabilen taşlar veya prostattaki yapısal kusurlar da prostatite neden olabilir. Enfeksiyon bir travma yada üriner sisteme sokulan bir enstrüman (katater gibi) sonucu oluşabilir. Doktorların üriner kateter sonrası rutin olarak antibiyotik yazmalarının nedeni budur.
SİZİNKİ HANGİ TİP?
Prostatit tanısındaki en önemli iki adım benzer belirtilere neden olan diğer durumların elenmesi ve hangi tip prostat iltihabınız olduğunun saptanmasıdır. Bunun için medikal geçmişinizin ayrıntılı olarak incelenmesi gerekmektedir. Geçmişte gördüğünüz tedaviler, geçirdiğiniz enfeksiyonlar, cinsel yaşamınız ve aile hikayenizle ilgili inceleme yapılması önem taşır. Bununla beraber fizik muayene ve rektal digital muayene yapılması da gerekir. Parmakla muayene sırasında doktorunuz prostat bezinden sıvı alabilir. Bu işlem �prostat masajı� veya �stripping� olarak adlandırılır. Prostatınızdan alınan sıvı enfeksiyon veya yangı bulguları açısından mikroskop altında incelenir. Bakteri ve lökosit araştırması için idrar örneği gerekmektedir. Lökositler yangıyı, bakteriler enfeksiyonu gösterir. İdrar testiniz her ikisi için de pozitif ise bakteriyel prostatitiniz vardır. Eğer lökosit var ve bakteri yoksa bu mikropsuz formdur. Bakteri veya lökosit yoksa semptomlarınız başka rahatsızlıklarla ilgili demektir.
MEDİKAL TEDAVİLER
ANTİBİYOTİK TEDAVİSİAntibiyotikler tüm prostatit tiplerinde ilk tercih olarak kullanılır. Enfeksiyona neden olan spesifik bakteri tipi saptanana kadar doktorunuz size geniş spektrumlu bir antibiyotik başlayacaktır. Antibiyotiğin kullanım süresi enfeksiyonun ilaca verdiği yanıta göre değişir. Akut prostatitte birkaç haftalık bir tedavi yeterlidir. Diğer yanda kronik non bakteriyel form dirençli olup tedavi süresi uzundur, bazen tedavi edilemeyebilir. Ek olarak ilaçlar bırakıldığında enfeksiyonun tekrarı görülebilir. Her ne kadar non-bakteriyel prostatite enfeksiyonlar neden olmasa da doktorunuz yakınmaları azaltmak için birkaç haftalık antibiyotik tedavisi verebilir.
ALFA BLOKÖRLER
Zor idrar yapma üriner sistemdeki bir tıkanıklığa bağlı olabileceği için doktorunuz alfa blokör tedavisine başlayabilir. Bu ilaçlar mesane boynunu ve prostatı rahatlatır.
AĞRI KESİCİLER
NSAID ajanlar veya asetaminofen ağrı ve rahatsızlığı azaltabilir. Ancak yan etkiler açısından doz ayarlaması doktorunuz tarafından yapılmalıdır.
FİZİK TEDAVİ
Medikal tedaviye ek olarak uygulanan fizik tedavi yöntemleri prostatit yakınmalarının azaltılması açısından önem taşır. Hangi egzersizlerin ne kadar uygulanması gerektiğine karar vermek için bir fizyoterapiste ihtiyaç vardır. Bazı erkeklerde alt pelvik kasları gerip gevşetmek semptomları azaltabilir. Bunun için kullanılan bir yöntem olan Diatermi tedavisinde kas dokusunu ısıtmak ve rahatlatmak için elektriksel akım kullanılır. Bir diğer yöntem; Biofeedback kaslarınızı gevşetmenizi sağlayacak bir teknolojidir. Bir biofeedback seansında terapist vücudunuza elektrotlar ve alıcılar yerleştirir. Elektrotlar bir monitöre bağlıdır ve kas gerginliği gibi vücut fonksiyonları hakkında geri bildirim verir. Terapistiniz bu sırada sizi rahatlatmak için gevşeme teknikleri uygular. Fizyoterapinin prostatite nasıl fayda sağladığı tam olarak bilinmemektedir. Ancak bazı erkeklerde sıkı veya kasılmış kasların durumdan sorumlu olabileceği düşünüldüğünden, bu kasların rahatlamasında fizyoterapinin rolü önemlidir.
SİTZ BANYOLARI
Çoğu erkekte bu banyolar ağrıyı azaltır, pelvik ve alt karın kaslarının gevşemesini sağlar. Bu banyolarda alt vücut yarısı suya sokularak kasların rahatlaması amaçlanır. Doktorunuz size ayda iki- üç kez 30 dakikalık oturma banyosu önerecektir.
PROSTAT MASAJI
Prostat masajı enfeksiyona neden olabilecek ödemi azaltır, antibiyotiklerin iltihaplı dokulara daha girişini sağlar.
İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARI NEDEN BU KADAR SIK?
İdrar yolu enfeksiyonları özellikle ileri yaşlarda giderek artan önemli bir sağlık sorunu haline gelmektedir. Her beş kadından biri hayatının herhangi bir döneminde idrar yolu enfeksiyonuna (İYE) yakalanır. Bu kadınların dörtte biri 18 ay içinde yeni bir İYE atağı geçirir. Ayrıca 65 yaşı geçmiş erkeklerin yaklaşık %10�unda idrarda bakteri görülmesi mevcuttur. İleri yaşla ve eşlik eden sağlık sorunlarıyla birlikte idrar yolu enfeksiyonlarının riski artmaktadır.
İdrar yolu enfeksiyonlarının birçoğuna bağırsak florasından kaynaklanan ve lenfatik yolla idrar yoluna geçen patojenler neden olmaktadır. Ayrıca bakterilerin bir kısmı hematojen �kan- yolu ile ve ya kadınlarda sık görülen üretral yolla (mesaneden idrarı dışarı ileten tüp) bulaşabilirler. Dışkı ile bulaşma da sık görülmektedir.
İdrar yolu enfeksiyonları genel olarak iki bölüme ayrılırlar. Böbreklerin ve böbrekler ile mesane arasındaki bağlantıyı sağlayan üreterin enfeksiyonları üst; mesane ve mesanenin dışa açımını sağlayan üretranın enfeksiyonu ise alt idrar yolu enfeksiyonları olarak adlandırılır. Alt idrar yollarının enfeksiyonu daha sık görülür.
ALT İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARI
Eğer tek şikayet idrar yaparken yanma hissi ise muhtemelen sorun ürethranın enfeksiyonudur. Buna �üretrit� adı verilir. Başta bel soğukluğu olmak üzere genelde cinsel yolla bulaşan mikroorganizmalar bu tablodan sorumludur. Cerrahi girişimler, sonda takılması, kullanılan vajinal krem, kayganlaştırıcı gibi maddelere karşı gelişen alerjik durumlar üretrite neden olabilir.
Eğer mikroorganizmalar yukarıya doğru tırmanmaya devam eder ise mesane de olaya katılır ve tablo sistite döner. Sistit mesane iltihabıdır ve en sık görülen idrar yolu enfeksiyonudur. Tekrarlama eğilimindedir. Üretrit ve sistit çoğu zaman bir arada görülür.
ÜST İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARI
Tedavi edilmeyen alt idrar yolu enfeksiyonları mesaneden daha yukarılara doğru ilerleyebilir. Böbreklerin de olaya katılması ile tablo "pyelonefrit" adını alır. Bu durum acil tıbbi müdahale gerektiren ciddi bir durumdur. Şikayetler çok daha şiddetlidir ve kasık ağrısının yanı sıra yan ağrıları da görülür. Sistit belirtilerine ek olarak ateş, titreme, bulantı ve kusma ortaya çıkar. Müdahale edilmez ise durum kronikleşebilir ve böbrek hasarı hatta böbrek yetmezliği ile sonlanabilir.
İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARININ BELİRTİLERİ
İdrar yolu enfeksiyonları hafif ve kolay tedavi edilebilen hastalıklar olmasına rağmen, ihmal edildiğinde böbreklere kadar uzanabilir ve kalıcı hasarlar bırakabilir. İdrar yolu enfeksiyonu geçirmiş olan kişiler bunun oldukça ağrılı bir durum olduğunu bilirler. Aniden gelen idrar hissi kişiyi gece yataktan kaldıracak kadar kuvvetli olabilir. Apar topar tuvalete gidildiğinde sadece birkaç damla idrar yapmak bu esnada da şiddetli yanma hissetmek hiç de hoş olmayan bir durumdur. İdrarda kan görülmesi de çoğu zaman kişiyi oldukça endişelendirir. İdrarın koyu, bulanık ve kötü kokulu olması kişinin moralini oldukça bozar. Kişiyi korkutan bu tür belirtiler eğer tedavi edilmez ise enfeksiyonun böbreklere kadar yayılmasına ve kalıcı, hatta hayatı tehdit edici komplikasyonlara neden olabilir. İleri yaşlılarda idrar yolu enfeksiyonları, idrarda bakteri dahi olsa, idrar yolu belirtisi vermez. Bu durum yanlış veya geç tanıya neden olur. Özellikle altta yatan yapısal idrar yolu sorunları veya diyabet gibi sistemik sorunu olan yaşlılarda idrar yolu enfeksiyonları böbrek yetmezliğine kadar uzanan ciddi problemlere neden olabilirler.
Sık görülen belirtiler:
- Sık ve az miktarda idrara çıkma
- İdrar yaparken yanma
- Kasık ağrısı
- Kötü kokulu idrar
- Bulanık idrar
- Kanlı idrar
- Ateş
- Böğür ağrısı
İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARI: TANI
İdrar yolu enfeksiyonlarının tanısı oldukça kolaydır. Yapılan bir idrar tetkiki ve idrar kültürü çoğu zaman tanı için yeterli olur. İdrar tahlilinde lökosit ve bakteri görülmesi tipiktir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta idrar örneği verirken idrarın herhangi bir yere değip kirlenmesini engellemektir. Bu amaçla ürethra çevresi temiz bir gazlı bez ile silinir, idrar yapmaya başladıktan sonra ilk gelen idrar boşa akıtıldıktan sonra bir miktarı idrar kabına yapılır. Buna �orta akım idrar örneği� denir. Kültür ve antibiyogram yapılmasındaki amaç ise enfeksiyonun hangi tür bakteri tarafından yapıldığının ve bu bakteriye karşı hangi antibiyotiklerin etkili hangilerinin etkisiz olduğunun ayırt edilmesidir. Bu sayede gereksiz ve etkisiz antibiyotik kullanımının önüne geçilir. Sık tekrarlayan veya tedaviye dirençli olan enfeksiyonlarda altta yatan ek bir patolojinin saptanması amacı ile idrar akımı ölçüm testleri (sistometri), sistoskopi (ışıklı bir boru ile mesanenin incelenmesi) ve IVP (ilaçlı böbrek filmi) gibi tetkikler yapılabilir.
İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARININ TEDAVİSİ
Alt idrar yolu enfeksiyonu vakalarının yaklaşık %80�i antibiyotik tedavisine yanıt verir. Bu amaçla pek çok değişik gruptan antibiyotik kullanılabilir. Bol sıvı alımı mekanik temizlik yaparak tedavinin etkinliğini arttırır. Kasık bölgesine uygulanacak sıcak kompresler de idrar yaparken duyulan yanma hissini azaltır. Üst idrar yolu enfeksiyonlarında ise hastaneye yatarak damardan antibiyotik tedavisi gerekli olabilir. Tekrarlayan enfeksiyonlarda altta yatan nedeni düzeltmek için ameliyat gerekli olabilir.
İDRAR YOLU ENFEKSİYONUNU TAKLİT EDEN DURUMLARSık idrar çıkma olası nedenleri:
- Sıvı alımının fazla olması
- Alkol alımı
- Kafein içeren çay,kahve gibi içecekler
- Stres
- Gebelikte görülen fiziksel değişiklikler
- Mesaneye bası yapan kitleler
Ağrılı idrar yapma olası nedenleri:
- Vajinal enfeksiyonlar
- Aktif genital herpes ya da cinsel yolla bulaşabilen enfeksiyonlar
- Kimyasal irritasyon (dar pantolonlar, sentetik çamaşırlar, sprey veya pudralar)
- Geçirilmiş operasyonlar
27 Aralık 2009 Pazar
Böbrek taşı, böbrek taşı hakkında bilgiler, böbrek taşı belirti, böbrek taşı tedavi
Ülkemizdeki en yaygın sağlık problemlerinden olan böbrek taşları idrarda çözülemeyen ve atılamayan kristallerin bir araya gelmesiyle oluşur. Her insanda taş oluşma riski vardır. Taşlar sıklıkla 20 � 50 yaşlarında görülür ve 30�lu yaşlar hastalığın en sık görüldüğü yaş grubudur. Erkekler kadınlara göre 3 kat daha fazla taş hastalığı riski altındadır. Böbrek taşları değişik kimyasal yapıda olabilir ve idrar yolunun çeşitli bölgelerine yerleşebilirler. En sık görülen böbrek taşları kalsiyum taşlarıdır. Kalsiyum taşları sıklıkla okzalat veya fosfat ile birlikte bulunurlar. Daha az sıklıkla enfeksiyon taşları (magnezyum amonyum fosfat taşları) ve daha az oranlarda ürik asit ve sistin taşları görülür. Taşlar böbrek çanaklarına (kaliks) ya da havuzuna (pelvis) yerleşebilir. Ayrıca üretra, idrar kesesi ve üreterde de bulunabilirler.
TAŞI OLUŞTURAN SEBEPLER NELERDİR?
Taşı oluşturan kesin neden bilinmemekle beraber risk faktörleri şunlardır:
- İdrar yolu enfeksiyonu
- Böbrekteki yapısal bozukluklar
- Böbrek hastalığı olanlar (renal tübüler asidoz, kistik böbrek hastalığı...)
- Beslenme alışkanlıkları
- Yetersiz sıvı alımı
- Sıcak iklim kuşağında yaşamak
- Hiperkalsiüri, sistinüri, hiperokzalüri, hiperürikozüri
- Bazı ilaçlar (asetazolamide, anti viral ilaçlar....)
- Bazı bağırsak hastalıkları (inflamatuar bağırsak hastalığı...)
- Genetik faktörler
- Geçirilmiş bağırsak ameliyatları ( jejono ileal by-pass )
- Metabolik hastalıklar (örn. Hiperparatiroidizm, gut hastalığı...)
Üriner sistem taşlarının çoğu kendiliğinden düşme eğilimindedir. Bununla birlikte taşlar yıllar boyu hiçbir belirti vermeden böbrekte kalabileceği gibi böbrekten mesaneye geçişinde şiddetli ağrı da verebilirler. En sık görülen yakınma ağrıdır. Karakteristik ağrı, �böbrek koliği� diye adlandırılan ve böğür bölgesinden başlayıp öne doğru ilerleyen, kasık ve testislere de yayılabilen ağrılardır. Ağrı taşın hareket etmesine veya üriner sistemin tıkanmasına bağlı olarak gelişir. İdrarda kan bulunması var olan bir taşın belirtisi olabilir. Kan bazen gözle görülebilirken bazen sadece mikroskopik incelemede görülür. Taşın yaptığı ağrıya bağlı olarak mide-bağırsak sistemindeki hareket azalması sonucu kişilerde bulantı-kusma gelişebilir. İdrar yapmada zorluk da yakınmalar arasındadır. Sık sık ve az idrara gitme, sıkışma, mesanenin tam boşalmadığı hissi görülmektedir. Ağrının en şiddetli olduğu dönemde bel kaslarında kasılma, bulantı ve kusma görülür. Hasta taş düşürüyorsa, taşın üreter kanalından geçerken yarattığı ağrı son derece şiddetlidir. Taş düşürüldükten hemen sonra hasta rahatlar ve ortaya çıkmış olan belirtilerin çoğu kaybolur. Belde hareketle artan kült ağrı ve dolgunluk hissi idrar yolunda sıkışmış, daha büyük bir taşın habercisi olabilir. Burada unutulmaması gereken nokta özellikle bu taşların idrar yolunu tıkayarak ileri dönemlerde böbreklerde fonksiyon kaybına yol açabilmesi ve enfeksiyona neden olabilmesidir.
ÜRİNER SİSTEM TAŞLARI NASIL TEŞHİS EDİLİRLER ?
Hastanın belirtileri ve kliniği genelde tanı koymaya yeterli olsa da taşın kesin tespiti için görüntüleme tetkiklerinden faydalanılır. Bunlar;
- Direkt Üriner Sistem Grafisi: Yatarak çekilen karın ve pelvik bölge grafisi
- Ultrasonografi
- İ..V.P (İlaçlı böbrek filmi)
- Spiral üriner sistem komputer tomografileridir. Bazen kan analizlerine de ihtiyaç duyulur.
Böbrek taşların çoğu kendiliğinden düşme eğilimindedir. Tüm idrar yolu taşlarının yaklaşık 80�i ilaç tedavisi ile düşer. Taşın düşmesini etkileyen en önemli faktör taşın büyüklüğüdür. 4 mm�nin altında taşın düşmesi beklenirken 6 mm�nin üzerindeki taşlar�a müdahale gereklidir. Ayrıca taşların şekli ve idrar yolundaki yerleşimide düşmeyi etkileyen önemli faktörlerdir.
TAKİP VE TAŞIN KENDİLİĞİNDEN DÜŞMESİ
Taşın bulunduğu yere ve büyüklüğüne göre müdahale yapmadan izleme karar verilebilir. 5mm den küçük taşlar genellikle kendiliğinden düşebildiği için dikkatli takiple değerlendirilirler. Ayrıca çeşitli ilaç tedavileriyle taşın düşme olasılığını arttırmak mümkündür.
ESWL (ŞOK DALGASI İLE TAŞLARI KIRMAK)
Bu tedavide amaç; vücut dışından verilen şok dalgasıyla odaklanılan noktadaki taşı kırmaktır. Kırılan parçaların kendiliğinden düşmesi beklenir. ESWL bütün taşlarda başarı sağlayamaz. Başarı taşın cinsine, sertliğine, büyüklüğüne ve idrar yolunda yerleştiği yere göre değişir. Tek bir seansta kırılabilen taşlar olabileceği gibi tekrarlayıcı seanslara da ihtiyaç duyulabilir.
ESWL seansı sırasında rahatsızlık hissi ve ağrı duyulabilir. Bu nedenle tedavi öncesi ağrı kesiciler kullanılır. İşlem sonrasında çoğunlukla hastanede kalmaya ihtiyaç olmaz.
ENDOSKOPİK GİRİŞİMLER
Bu tedavide hastanın idrar yoluna kesi yapılmadan özel bir endoskopik aletle girilerek taş üreterde görüntülenir ve temizlenir. Hastaların çoğu aynı gün evlerine dönüp bir gün sonrada normal yaşamalarına dönebilirler. Endoskopik cerrahi özellikle alt ve orta üreter taşlarında başarılıdır.
PERKÜTAN GİRİŞİMLER
Perkütan cerrahide hastanın sırt bölgesinde böbrek hizasına 0,5 - 1 cm boyutunda bir kesi yapılır. Röntgen kontrolü altında böbreğe iki ucu açık ince bir tüp yerleştirilir. Bu tüpten yerleştirilen optik cihaz yardımıyla taş video sistemi ile monitörde görülür ve özel aletler yardımıyla çıkartılır. Perkütan ameliyatının en önemli üstünlüğü vücut dokularının normal yapısının korunmasıdır. Bunun sonucunda iyileşme süreci hızlıdır. Hastalar ameliyat sonrası dönemi açık ameliyata göre çok daha rahat geçirmektedir ve genelde 2 - 3 günde taburcu edilerek günlük aktivitelerine hızla kavuşurlar.
AÇIK CERRAHİ
Bu klasik tedavi yönteminde hastanın taşı ameliyatla alınmaktadır. İyileşme süresi diğer tedavilere göre daha uzundur. Günümüzde özellikle endoskopik metotların gelişmesi açık cerrahinin eski üstünlüğünü kaybetmesine neden olmuştur.
İNMEMİŞ TESTİS : "ERKEK ÇOCUKLARDA FARKEDİLMEYEN EN RİSKLİ HASTALIK"
Testisler normalde skrotum ya da halk arasındaki deyimiyle erkekte torba denilen yapı içinde bulunurlar. Eğer testislerden biri veya her ikisi de torbada yerleşik durumda değilse bu durum inmemiş testis olarak değerlendirilmelidir.Testisler bazen hormonal yetersizlikler bazen ise anatomik ve fiziksel sorunlar nedeniyle torbaya inemezler. Aslında, doğumda testislerin torbaya inmiş olması gerekir, ancak bazen 1 yaşın sonuna kadar da testislerin kendiliğinden torbaya inmesi beklenebilir.Burada önemli olan doğumun olmasından hemen sonra bebeğin ilk muayenesini yapan kişinin testislerin de muayenesini yaparak testislerin yerinde olup olmadığını kontrol etmesidir. Hastanelerde olan doğumlarda bu görev çocuk doktorlarının üzerindedir. Evlerde doğum yapanlarda ise ebelerin bu konuda çok dikkatli olması gerekmektedir. Duruma göre doğumu gerçekleştiren Kadın �Doğum uzmanlarının da gerektiğinde bu muayeneyi yapmaları çok önemlidir. Testisler doğum öncesi anne karnında iken, böbrekler seviyesinde bele yakın bir bölgededirler. Anne karnındaki gelişim sırasında aylar içerisinde yavaş yavaş aşağıya doğru inmeye başlarlar ve doğuma yakın torbaya inmeleri gerekir. İşte testisin yukarıdan aşağı torbaya doğru iniş yolu üzerinde bir yerde kalabilirler. Örneğin kasıklarda, kasığın biraz daha üst kısmında veya karın içinde kalabilir. Bazen de bu iniş yolu dışında bir bölgede örneğin bacakla kasığın birleştiği femoral bölgede, torbayla makat arasındaki perineal bölgede penisin dip kısmında veya torbanın bir bölümünde her iki testis birlikte rastlanılabilir. Bu duruma Ektopik testis yani iniş yolu dışında bulunma olarak adlandırılır.
Torbaların ısısı, vücut ısısı olan 36.5-37 den 1.5 �2 derece daha serin bir ortamdır. Testislerin doku yapısı bu ısının üstündeki sıcaklıkta örneğin vücut içi ısısında özellikle sperm(tohum) üretiminde bozulmalara yol açabilir, ve bu testislerin gelişimi bozulur. Bu da ileride çocuk sahibi olmasını engelleyebilir. Testislerden birisi yukarıda diğeri torbada ise de çocuk sahibi olmayla ilgili sorun olabilir. Çünkü inmemiş olan testis nedeniyle vücutta bazı toksik maddeler salgılanır ve bu maddeler torbada olan testis üzerinde de olumsuzluklar yaratarak fonksiyonunu bozabilir. Bu yüzden testisin birinin dahi torbaya inmemiş olması ciddi sorunlara yol açabilir. Bu ciddi sorun sadece çocuk sahibi olamamak değildir. İnmemiş ve vücutta kalmış olan testislerden, gelişme çağında veya sonrasında tümör(ur) çıkma olasılığı da vardır. Bu nedenle hayatı tehdit eden bir hastalıkla karşı karşıya kalınabilir.
Bu, kesinlikle çok ciddi bir durumdur, çünkü testis tümörü hayatı tehdit eden bir hastalıktır. Çocuk sahibi olamamak da bazen kişilerin sosyal hayatlarını ciddi şekilde tehdit eder. Bu kişilerin bazen aileleri yıkılabilir, boşanmalar olabilir ve insanlar bu nedenle ciddi psikolojik sorunlar da yaşayabilir. Ayrıca toplumda maalesef yanlış bilgi nedeniyle bu kişilere kısır damgası vurulabilir ve bu durumdaki kişiler de psikolojik yıkıma uğrayabilirler, bazen intihar sözcükleri girişimlerine dahi rastlanabiliyor. Bazı erkeklerin çocuk sahibi olamamasını yanlış bilen bazı kişi ve topluluklar o kişinin erkeklik gücünün de olmadığını ve iktidarsız olduğunu sanarak bu durumdaki insanları bir de bu yanlış suçlama ile itham ederler.
Ancak, Erkeklik gücü yani cinsel ilişki kurabilme yeteneği ile çocuk sahibi olma durumu farklıdır. Testislerin hormon üreten dokuları ısıdan pek etkilenmezler ve normal hormon üretimi devam eder. Bozulan özellikle sperm üreten hücre ve dokulardır. O halde inmemiş testis nedeniyle çocuk sahibi olamayan bir erişkin başka bir rahatsızlığı olmadığı sürece cinsel ilişki kurmayla ilgili bir sorunu yoktur yani iktidarsız değildir.
İnmemiş testisin tanısı özellikle doğumda ilk muayenede doktor veya ebeler tarafından konabilir. Ancak bu durum ihmal edilmiş veya aile doğum telaşıyla bu bilgiyi göz ardı etmişse bebeklerin ve çocukların çocuk doktorlarına düzenli kontrolleri sırasında mutlaka testis muayenelerinin yapılması gerekmektedir. Ayrıca anne ve babaların da özellikle çocuğun banyosu sırasında bu kontrolleri kendilerinin de yapması mümkündür.Kuşkulandıkları bir durumda hemen doktora başvurmaları en doğru yaklaşımdır. Çocuk doktorlarına veya direkt olarak bir Üroloji uzmanına başvurmaları gerekir. Çocuk doktorları da tanıyı koyunca zaten bu çocukları bir üroloji uzmanına yönlendireceklerdir. Bir başka tanı ise maalesef askerlik muayenesi sırasında yapılır. Ancak bu yaştaki teşhiste çok geç kalınmış oluyor ve yukarıda belirtilen riskler belirgin hale geliyor. Üroloji uzmanları tanıyı öncelikle fizik muayeneyle koyar, teşhisi destekleyici ultrasonografi tetkiki de mutlaka yapılmalıdır. Teşhisin konduğu yaşa da bağlı olarak başka bazı tetkikler de örneğin gençler ve erişkinlerde teşhis yeni konduysa sperm tahlili de yapılmalı ve kişinin üreme fonksiyonu da belirlenmelidir.
İnmemiş testisin tedavisi için Bebek 1 yaşını dolduruncaya kadar beklenebilir, bazen testisler kendiliğinden de 1 yaşın sonuna kadar torbaya inebilir. 1 yaşını geçenlerde tedaviye derhal geçilmelidir. Öncelikle bu konuda 3 haftalık bir hormon tedavisi uygulanır eğer sonuç alınırsa tedavi tamamlanmış demektir. Bu tedavi sonuçsuz kalır ve testis(ler) torbaya inmemişse mutlaka ameliyatla testilerin torbaya indirilmesi gerekir. Bu tedaviler ne kadar erken yaşta yapılırsa ilerideki olası olumsuzluklar olasılığı da o kadar azalacaktır. Yaş ilerledikçe hele de ergenlik çağına girildiği halde testisler torbada değilse bu testislerin sonradan tümör oluşturma riski nedeniyle ameliyatla çıkartılması da gerekebilecek koruyucu bir önlemdir.
Testislerin ileri yaşlarda testise indirilmesinin sakıncaları vardır. Öncelikle bu ameliyatın gecikmesi çocuk sahibi olamama riskini her geçen yıl artıracaktır. İleri yaşlarda indirilmesi de tümör riskini artıracaktır.
Bir de testislerin bazen torbada olup bazen de vücuda geri kaçması durumu var.
Bu duruma hareketli(mobil) testis denir. Bu durum da yukarıda açıkladığımız tüm riskleri içermektedir. Bu riskler bazen geriye dönüşümü olmayan sonuçlar doğurabileceği için ÇOK CİDDİYE ALINMALIDIR. Tanı ve tedavisi inmemiş testis gibidir. Yalnız burada çocuk doktorlarının ve ailenin testislerin yerinde olup olmadığını kontrol etmeleri daha da önem kazanır. Çünkü testisleri yerinde görüp nasılsa bir daha sorun olmaz düşüncesi de yanlıştır. Hareketli testis de ameliyat çok daha kolay ve kısadır ve zamanında yapıldığında tedavi kesindir.
İnmemiş testis konusunda halk arasında başka bazı yanlış bilgilenmeler vardır.
Özellikle aile büyüklerinin bazıları "Küçücük çocuğun orasını burasını(testisler) ellettirmeyin, hele ameliyat ettirmeyin ileride kısır olur" gibi ÇOK YANLIŞ ifadeleri gerçekten de ileride o çocuğun yaşantısını olumsuz etkileyecektir. Bu ifadenin nedeni ve mantığı geçmişte gecikilmiş ve ileri yaşlarda tedavi edilmiş özellikle de ameliyat edilmiş hastaların çocuk sahibi olamaması varsayımına dayandırılır. Oysa o kişiler ameliyat oldukları için değil, gecikilmiş yaşta tedavi edilmeye çalışıldığı için sonuç alınamamış hastalardır. Erken yaşta tedavi edilen bebekler, çocuklar bu sorunu ve riski ortadan kaldırmış en aza indirmiş olacaklardır. O nedenle çocuk biraz daha büyüsün, 5-10 yaşına gelsin gibi bilgiler ve düşünceler kesinlikle YANLIŞTIR.
En doğrusu en geç 1 yaşın sonuna kadar beklendiği halde testisler torbaya inmediyse DERHAL tedavisine geçilmesidir. Bu bebek veya çocuğun ilerideki olası sorunlarının ve çocuk sahibi olamamasının sorumlusu bu tedaviyi geciktirenler olacaktır.
26 Aralık 2009 Cumartesi
Erkeklerde kısırlık, bayanlarda kısırlık ,İlaca bağlı kısırlık
Erkek ve Kadında Kısırlık Tedavisi
Gerek erkek gerek kadınlarda kısırlık sebepleri araştırılır ve tedavisi uygulanır. Tedavide kadınlarda laporoskopi ve histeroskopi ile erkeklerde Testis biyopsisi ile Varikoselektomi.
Erkekde Kısırlık Faktörleri
Kısır Erkek İktidarsız DeğilSertleşme sorunu yaşayan erkekler cinsel ilişkiye giremedikleri için kısırlık sorunu yaşabiliyor ama her kısırlık problemi olan erkeğin sertleşme problemi de yaşaması gerekmiyor. Erkek kısırlığının birçok nedeni var. Çocuk sahibi olmak için uğraşanların bilmesi gereken en önemli şeylerden biri mikroenjeksiyonun ya da tüp bebek yöntemin uygulanmasında jinekologla üroloğun ortak çalışmasının önemidir. Çünkü ürolojik tedavi gören hastaların daha sonra uygulanan tüp bebek yönteminde başarı şanslarının arttığı tespit edilmiştir.
Erkek kısırlığının nedenleri
- Hormonal etkenler: Beyinden salgılanan bazı hormonlar sperm yapımına etki eder bu hormonların salgısı yeterli olamayabilir.
- Metabolik sebepler, diyabet gibi
- Psikoseksül bozukluklar, cinsel ilişki bozukluğuna yol açtığı için.
- Derin bir prostat ve batın ameliyatı nedeniyle spermin geçtiği yolarda olan tıkanıklıklar ve kesikler.
- İlaca bağlı sebepler: Bazı ilaçlar geriye boşalma yapar. Anti-depresan tarzı ilaçların bir çoğu kısırlığa neden olur. Tansiyon ilaçlarının bazıları da aynı etkiyi gösterir.
- Genetik anomaliler ve bunlara bağlı bozukluklarda kısırlık yapabilir. Klingelter sendromunda örneğin hastanın kadın gibi göğüsleri büyüktür, saçları uzar penis ve testisleri vardır ama spermi yoktur. Bu durum şekil olarak da çıplak gözle anlaşılabilir. Genetik yapısı araştırıldığında anomali anlaşılır. Yine genetik nedenlerle testiste sperm üreten doku hücreler bulunmayabilir bu durum da önemli bir kısırlık sebebidir.
- Testisin karın içinde olması önemli kısırlık nedenlerinden biridir.
- Ergenlik sonrası geçirilen kabakulak da kısırlığa yol açar.
- Aşırı sıcaklık da spermi etkiler. Fırıncılar, cam işleyen, şiddetli ısıya bağlı çalışanlarda, sürekli oturan şoförlerin sperminde mutlaka düşüklük olur. Kişi bir süre sıcak ortamdan uzaklaştığı zaman spermleri normale döner.
- Kemoterapi geçirmiş olmak: Bu nedenle kemoterapi öncesinde sperm dondurulur ki hastanın ileride tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olma şansı doğsun. Kemoterapiden uzun bir süre sonra sperm normal haline gelebilir.
- Radyasyona maruz kalmak kalıcı kısırlık nedeni olabilir.
- Varikosel: Testisten çıkan toplar damarların aşırı ve anormal olarak büyük oluşu genişlemiş olması reflü dediğimiz geri akımı oluşturmaları, ayrıca testiste ısı etkisi ve beslenme bozukluğu sonucu testiste sperm üreten hücreleri toksik bazı maddelerle karşı karşıya bırakır. Bu durum maddeler testis içinde etki yarattığı için sperm oluşumunu kötü etkiler. Testislerin sonografik muayenesi ve damarsal araştırılması gerekir. Böyle bir durum cerrahi müdahale ile düzeltilir. Varikosel ameliyatının başarı şansı değişiktir. Eskiden varikosel ameliyatları çıplak gözle yapılırdı. Şimdi ise mikroskobik olarak yapılıyor. Mikroskobik yapılan ameliyatların başarı şansı diğerlerine oranla çok daha yüksek. Ameliyat olacak kişilerin bunu iyi bilmesi ve ameliyatı yapacak doktordan da bu konuda bilgi alması gerekiyor. Varikosel ameliyatından sonra hücrelerin sayısında yüzde 66 oranında olumlu gelişme sağlanıyor. Gebelik üzerindeki etkisi de yüzde 27 civarında artıyor.
- Torsiyon: Testislerin ani bükülmesi. Bu durumda kişinin ağrısı olur, bulantısı olur, kusması olur. Bu gibi bir durumda hasta hemen doktora gitmelidir. Gecikirse testiste beslenme bozukluğu meydana gelir ve alınması gerekebilir.
- Bağışıklık sistemine bağlı sorunlar: Vücut spermi yabancı madde olarak kabul edebilir. Bu durumda spermde yapışıklıklar meydana gelebilir. Spermin hareket kabiliyeti bozulur.
- Testiste meydana gelen sperm epididimde birikir olgunlaşır sonra da taşınır. Epdidime bağlı bir sebepten. Yani epididimin olmayışı veya tıkalı oluşu veya iltihaplanmış olması ve enfeksiyon sonrası kanalların tıkanması.
- İsteyerek çocuğum olmasın diye spermin geçtiği kanalların bağlanması da bir nedendir. Bu bir ameliyatla yapılır gerektiğinde yine bir ameliyatla açılıp kişinin tekrar çocuğu olabilmesi sağlanır.
Kısırlık tedavisine önce kim başlamalı?
Doğru olan ilk olarak erkeğin sperm kontrolü yaptırmasıdır. Çünkü bu çok kolay bir işlemdir. Erkek 4 gün cinsel perhiz yapar yani cinsel ilişkide bulunmaz, ardından güvenilir bir laboratuara gider ve sperm verir. Laboratuar koşullarında bu spermin yapısı ve morfolojisi incelenir. Bu aşamadan sonra eğer bir problem varsa erkeğin tedavisine yönelik çalışmalar yapılır. Eğer sorun yoksa kadının kısırlığı araştırılmaya başlanır. Bazı durumlarda her ikisinde de problem olmayabilir. Her iki tarafın fonksiyonları normal olduğu halde çiftlerin çocuğu olmayabilir. Buna da sık rastlanır.
Bir erkek kısırlık şüphesi ile başvurduğunda ne gibi testler yapılıyor?
Erkeğin doktora anlattıkları çok önemlidir. Doktor hastaya yönelttiği sorularla birçok hastalığın ipucunu yakalayabilir. Şu konular araştırılır:
- Ne kadar zamandır evli olduğu doktor açısından belirleyici bir durumdur. Çünkü kısırlık şüphesi için çiftlerin 1 yıllık düzenli ilişkileri olduğu halde hamilelik durumunun ortaya çıkmamasıdır. Bu bir yıl içinde en az haftada 2 kez ilişkiye girilip girilmediği de sorulmalıdır.
- Ailede başka bir erkekte testislerin yukarıda olması durumu varsa veya erkek testisle ilgili bir problem geçirdiyse direkt olarak bir sebep bulduğumuzu düşünülür.
- Erkeğin ergenlikten sonra kabakulak geçirmiş olup olmadığı da sorulur. Bu hastalık süreci içinde erkeğin yumurtalıklarında şişme de olduysa bölgede spermin oluşumuna neden olan hücreleri yok etmiş anlamına gelir.
- Evli çiftin yaşları da önemlidir. Kadın 35 yaşın üzerinde ise, adetleri düzenli değilse önemli risk faktörü sayılır.
- Aileden genetik olarak gelen diyabet hastalığı olup olmadığı sorulur. Bu durumda diyabetle ilgili testler yapılır ve sperm sayısına bakarak spermle ilgili testler de istenebilir.
- Ailede çocuğu olmayan ve sakat çocuğu olan kişilerin bulunması da araştırma aşamasında yön gösterici olabilir.
- Testislerin yukarıda olması da etkilidir. Eskiden testisleri yukarıda olan çocuklarda testisin indirilme işlemi ergenlik döneminde yapılırdı. Ama aslında bunun fark edildiği dönemde erken yaşlarda yapılması gerekir yoksa kısırlığa neden olabilir.
- Erkekte organik anlamda spermin akışkanlığını önleyen rahatsızlıkların olup olmadığı testlerle incelenir.
Sperm Testi
Öncelikle sperm testi istiyoruz. Spermin içinde normalde 1 santimetreküpte 20 milyon veya üzeri olması gereken sperm düşük seviyelerine göre türlere ayrılıyor.
- Oligosperm: Azalmış sperm sayısı,
- Normo sperm: Normal sperm sayısı,
- Azospermi: Hiç sperm hücresi olmayışı
Kişi spermle ilgili bir sorunu olup olmadığını kendisi anlayabilir mi?
Ancak spermin koyu, az olup olmadığını anlayabilir. Spermin de içinde bulunduğu sıvının klasik bir rengi ve kıvamı vardır. Bunların olmayışı, çok sıvı oluşu veya çok az ve koyu oluşu akla bazı sorunları getirebilir. Bunu doktor ve laboratuar değerlendirebilir. Hastamız spermin az geldiği veya boşalırken ağrı olduğu şikayetleriyle doktora başvurabilir.
Sperm Hiç Yoksa Ne Yapılır: Testis biyopsileri
Testis biyopsileri sperm elde edilemeyen hastalarda uygulanıyor. Testis biyopsileri artık mikroskobik olarak yapılıyor, bu sayede doktor testisin içini çok rahat bir şekilde görebiliyor. Mikroskop altında bakıldığında saç kılından daha ince olan tubuluslar çok net gözüküyor. Böylece doktor sadece içinde sperm olan belirgin dolgun olan dokuyu alıyor ve embriyolog hemen o anda dokuda sperm mevcutsa tespit ediyor. Biz buna micro-tese diyoruz. Bütün bunlardan sonra spermin canlılık testleri değerlendirilebilir. Morfolojik yapısı değerlendirilir ve içlerinden en uygun olanları microenjeksiyon için kullanılır.
Şişmanlık kısırlık nedeni mi?
Erkekte ve kadında aşırı şişmanlık cinsel ilişkiyi önleyebileceği için kısırlığa yol açabilir. Hormonal bozukluklardan kaynaklanan şişmanlık fizyolojik olarak kısırlığı ortaya çıkarabilir.
Kadınla erkeğin birlikte yaptırdığı testler var mı?
Tabii ki var, bunlardan önemli bir tanesi post koital testtir. Cinsel ilişkiden sonraki birkaç saat içinde yapılıyor. Sabah evde ilişkiye giriyor aile, doktora gidiyor ilişkiden sonra uterusun ağzından bir materyal alınıyor ve buradaki spermin canlı olup olmadığına bakılıyor. Eğer canlı ise erkekte bir sorun olmadığı düşünülüyor ve kadına ait faktörlerin araştırılmasına geçiliyor.
Sigara kısırlık nedeni mi?
Erkekte spermin yapısını etkiler kadında da yumurtlamayı etkiler. Sigaranın zararları bazen vücutta kalıcı etkilere yol açar ama sigara bırakıldıktan sonra spermin yapısında düzelmeler görülmektedir.
Alkol kullanımının etkisi var mı?
Öncelikle alkol kullanımı sinir sistemi üzerinde etkili olur. Erkekte sertleşme sorunu yapar. Ayrıca spermin hareketliliğini etkiler.
Mikroskopik Tese
Şiddetli erkek kısırlığı alanında son yıllarda görülen en göz kamaştırıcı gelişme kuşkusuz menisinde hiç sperm hücresi bulunmayan erkeklerde görülmektedir. Yumurta kanallarının herhangi bir nedenle tıkalı olması veya yumurtalıklardaki üretimin yetersiz olmasına bağlı bu durumlarda, sperm hücresi elde etmek için başka bir kaynağa başvurmak gerekir. Yumurtalık kanallarının tıkalı olması veya doğuştan yokluğu durumunda sperm hücreleri kanallardan alınmakta ve bu hücrelerle mikroenjeksiyon uygulanmaktadır.
Tıkanmanın olmadığı durumlarda ise problem daha karışıktır. Bu durumlarda erkek yumurtalığının çeşitli bölümlerinde çok kısıtlı da olsa bir üretim söz konusu olabilmektedir. Merkezimizde uygulanan MİKROSKOPİK TESE yöntemi böyle vakalarda sperm elde etme şansını büyük oranda arttırmaktadır. Genel anestezi altında yumurtalıklar açılarak mikroskop altında incelenir. Bu yöntemle yumurtalıkta sperm üretilen bölgeler daha iyi seçilmekte ve alınan doku miktarı daha az olduğundan çok sayıda alandan parça alınabilmektedir. Bu dokular laboratuarda embriyolog tarafından kesilerek kanalların içine dökülmüş yada kanallara yapışık olan sperm hücreleri ayıklanarak mikroenjeksiyon işleminde kullanılır.
Böylece tedavi olanaklarından yararlanamayan çift sayısı çok azalmaktadır. Eski tekniklerle sperm bulma oranı %30-40 arasında değişmekte iken, bu teknik ile sperm bulma oranı %60-70 civarına çıkabilmektedir. Diğer önemli bir konu da hastanın testisinden doku kaybının eski yönteme göre 70 kat daha az olmasıdır. Böylece, operasyonda testislerin en az zarar görmesi sağlanmakta, salgılanan testosteron hormonunun kandaki seviyesini azaltacak işlemlerden kaçınılmaktadır. Mikroskop altında yapılan bu yöntemin diğer bir avantajı ise, testisi besleyen damarlara zarar vermeden kesi yapılabilinmesidir. Bu nedenle operasyon sonrası oluşacak yan etkiler azaltılabilmektedir. Çoklu biyopsi ile başarılı olunamamış ve Klinefelter sendromu gibi genetik nedenlere bağlı sperm yokluğu olan kişilerde bu yöntemle %60'ın üzerinde sperm bulma şansı elde edilebilmektedir.
Sperm hücresinin meniden, yumurtalık kanallarından veya doğrudan yumurtalıklardan gelmesi gebelik oranlarını etkilememektedir. Günümüzdeki tek engel kadın yumurtasının kalitesi olarak ortaya çıkmaktadır. Uzmanlar kaliteyi belirleyen en önemli faktörün kadının yaşı olduğunu belirtmektedirler. Yıllar sperm hücresinin kalitesini etkilemezken kadın yumurtalıkları üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta ve gebelik oranları kadın yaşı ile birlikte düşmektedir.
Sistit tedavisi, sistit problemleri, sistit çözümü,sistit bilgisi,sistit sorunu
Böbrek Hastalıkları (Böbrek ve Üreter Taşlarının Girişimsel Cerrahisi, Böbrek Tümörü), İdrar Kaçırmada En son teknoloji olan Video-üodinami ile Teşhis, Mesane Hastalıkları (Mesane Taşları, Mesane Tümörü, Mesanede Fonksiyon Bozuklukları), Skrotum ve Testis Hastalıkları (Hidrosel, Varikosel, Spermatosel, Testis Tümörü) ,Üretra Hastalıkları tedavisi yapılır.
Özellikle Sık Karşılaştığımız ve Tedavi Ettiğimiz Ürolojik Sorunları Sizinle paylaşmak arzusundayız.
1. KÜÇÜK TEDBİRLERLE SİSTİTİN ÖNÜNE GEÇİLEBİLİR ve SİSTİT NEDEN KADINLARDA BU KADAR SIK?2. PROSTATIN UNUTULAN İLTİHABİ HASTALIKLARI; PROSTATİTLER
3. İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARI NEDEN BU KADAR SIK?
4. BÖBREK TAŞI İSTEMİYORSANIZ BOL SU İÇİN
5. SİGARA İÇİYORSANIZ MESANE KANSERİNDEN KORKUN!
6. BÖBREK KANSERLERİ ORTA YAŞ ERKEK HASTALIĞIDIR
7. İNMEMİŞ TESTİS : "ERKEK ÇOCUKLARDA FARKEDİLMEYEN EN RİSKLİ HASTALIK"
KÜÇÜK TEDBİRLERLE SİSTİTİN ÖNÜNE GEÇİLEBİLİR
Sistit mesanenin akut veya müzmin iltihabına verilen isimdir. Bakterilerle, virüslerle veya bilinmeyen nedenlerle ortaya çıkabilir.
SİSTİT NEDEN KADINLARDA DAHA SIK GÖRÜLÜR?
İdrar yolu enfeksiyonunun kadınlarda daha sık görülmesinin en önemli nedeni kadın ile erkek anatomisi arasındaki farklılıklardır. İdrar normalde sterildir; hiçbir mikroorganizma içermez. İdrar dış idrar yolu dışarıya doğru akarken burada birikmiş olan ve yukarıya çıkmaya çalışan mikroorganizmaları temizler. Ancak bazen bu mekanik temizleme yeterli olmaz ve enfeksiyon etkenleri yukarıya sızabilir. Normalde barsaklarda bulunan Koli basili isimli bir bakteri dışkı ile vücudu terk ettikten sonra bu kez dış idrar yolundan vücuda girer ve mesaneye kadar ulaşarak sistite yol açar. İşte anatomik fark burada devreye girer. Kadın dış idrar yolu erkeğinkine göre çok daha kısa olduğundan bakterinin kat etmesi gereken mesafe ve bu iş için geçen süre çok daha azdır.
Kadınlarda sistit oluşumda rol oynayan bir diğer faktör tuvalet alışkanlıklarıdır. Tuvalet sonrası temizliğin arkadan öne doğru yapılması anüs civarındaki organizmaları vajinaya taşır. Ayrıca anüs çevresi temiz tutulsa da iç çamaşıra yerleşen bakteriler vajinaya kadar ulaşabilir.
Cinsel ilişki esnasında meydana gelen mikroskobik travmalar da enfeksiyona olan eğilimi arttırır. İlk kez cinsel ilişkide bulunan yada her zamankinden daha yoğun cinsellik yaşayan pek çok kadında 12-24 saat içinde yanma başlar. Özellikle balayında görülen bu durum nedeni ile tabloya "balayı sistiti" denmektedir. Doğum kontrolünde kullanılan prezervatif gibi bariyer yöntemler ve spermisit (sperm öldürücü) maddeler enfeksiyona meyil yaratır.
Gebelik esnasında meydana gelen hormonal değişimler tüm düz kaslarda olduğu gibi idrar yollarında da yavaşlamaya yol açar. Bu yavaşlamanın sonucu olarak mesane tam boşaltılamaz, bir miktar idrar sürekli mesanede kalır ve enfeksiyon oluşur. Gebelerin yaklaşık %15�i sistit olduklarını fark etmezler. Bu nedenle kontrollerde gebenin herhangi bir yakınması olmasa dahi idrar tetkiki yapılmalıdır.
Mesane boşalmasının bozulduğu bir diğer durum da menopozdur. Yaşlanmaya bağlı olarak mesane esnekliğini kaybeder ve tam boşalamaz. Gebelikte olduğu gibi biriken idrar enfeksiyon için uygun zemin hazırlar.
İdrar yollarında taş bulunması hem erkekte hem de kadında enfeksiyon olasılığını arttırır. Böbreklerden dışarıya doğru ilerleyen taşın yarattığı küçük travmalar ve kısa süreli tıkanıklıklar iltihap nedenidir.
Vajinal doğum sonrası dokular asla eski esnekliğine dönmezler. Bir ya da birkaç doğum sonrasında vajina dokusundaki bu gevşeme neticesinde mesane sarkması denen durum ortaya çıkar. Sistosel adı verilen bu durum kadınlarda İdrar yolu enfeksiyonunun daha sık görülmesinin bir başka nedenidir.
SİSTİT TİPLERİ VE BELİRTİLERİ
"Bakteriyel sistitler"de etken çoğunlukla barsaklardan idrar yollarına geçen E. Coli'dir. Bu durum genellikle akut olarak gelişir ve sık idrara gitme, idrar yaparken yanma, sıkışma hissi ve bazen idrar kaçırma ile kendini gösterir.
"Akut sistit atakları" mesanesinde zayıflık olan kadınlarda idrarın geri kaçmasına ve buna bağlı gelişen böbrek iltihabı gibi ciddi sonuçlara yol açabilir. Bu takdirde yan ağrısı, titreme, yükselen ateş, bulantı, kusma gibi belirtiler eklenir.
"Kronik sistit" süregelen bir mesane enfeksiyonudur. Tedavi edilmez ise böbreklere zarar vererek böbrek yetmezliği ve çeşitli sorunlara sebep olabilir. Kronik sistit; böbrek iltihabı, mesane taşı, mesane ve diğer organlar arasındaki ince yollar, mesane divertikülü, idrar yolu darlıkları, prostat büyümesi gibi mesanenin boşalmasını etkileyen ve mesanede idrar kalmasına neden olan durumlarda da ortaya çıkabilir. Sinirsel mesane hastalığı da bu tip sistite sebep olabilir.
"İnterstisyel sistit" daha çok kadınlarda görülen ve nedeni kesin olarak bilinmeyen kronik bir mesane enflamasyonudur. Bu durumda hastanın şikayetleri yıllar içerisinde artar. İleri dönemlerde mesane kapasitesi çok küçüleceği için yaşam kalitesi çok etkilenir.
Adenovirus gibi bazı viruslar idrarda kanamaya yol açan sistit tipine neden olabilir. Bu durum genellikle genç erkeklerde daha sık görülür ve hasar bırakmadan iyileşir.
Erkeklerde sistit prostatın kronik enfeksiyonlarına eşlik edebilir ve tekrarlayan ataklar şeklinde görülebilir.
SİSTİT TEDAVİSİ
Sistit tedavisi, diğer idrar yolu enfeksiyonlarında olduğu gibi antibiyotik tedavi ve kronik vakalarda hastanede klinik tedavidirNSOMIN ilacı nedir,iNSOMIN yan etkileri,iNSOMIN uyarıları
Insomin Draje çok iyi tolere edilmekle birlikte ender durumlarda ve özellikle tedavinin başlangıcında uyuklama hali, yorgunluk, ağız kuruluğu, nadiren baş ağrısı, baş dönmesi, idrar tutulduğu ve bulanık görme yapabilir. Ayrıca postural hipotansiyon görülebilir ise de bu durum kısa sürede doz azaltılması ile ya da kendiliğinden kaybolur. Nadiren taşikardi ve çarpıntı oluşabilir. Allerjik deri döküntüleri, karaciğer fonksiyon bozuklukları ve hiperbilirubinemi ender olarak bildirilmiştir. Bu gibi durumlarda ilaç kesilmelidir.
Hekim önerisine göre kullanılır. Genelde uygulanan doz: Yetişkinler için günde 3 kez 1 drajedir. Beş yaşından büyük çocuklarda kg başına 3-4 mg olacak şekilde hesaplanarak verilir. Ancak opipramolün pediatrik kullanımına ait deneyimler çok azdır. Insomin Draje en az 2 hafta süre ile kullanılmalıdır. Onerilen ortalama süre 1-2 aydır. DOZ AŞIMI: Aşırı dozda alındığında sersemlik, bitkirılik, huzursuzluk, konvülsiyon, ataksi, uykusuzluk, aritmi, taşikardi, solunum depresyonu, kardiyak iletim bozukluğu geçici konfüzyon ve artan anksiyete gibi belirtiler görülebilir. Bu durumda hastanın midesi boşaltılır ve en yakın bir yataklı tedavi merkezine nakledilir.
kaynak: ilacrehberi
25 Aralık 2009 Cuma
Penis eğiriliği, Penis çaplığı, Penis problemi, Penis sorunu
Penis Eğrilikleri
Penis eğrilikleri ikiye ayrılır: Doğuştan(konjenital) ve Edinsel olanlar.1.) Doğuştan olan penis eğrilikleri genellikle erkeğin cinsel aktif sürece girdiği ve penis boyutlarının geliştiği ergenlik çağında belirginleşir. Penis'in yapısını oluşturan iç dokularında kısmi doku yapışıklıkları nedeniyle yapışıklığın bulunduğu yöne doğru eğriliğiyle görülür. Özellikle ergenlik çağında penis'in boyutlarının büyümesiyle ortaya çıkar. Eğriliğin derecesine göre penisin şekli cinsel ilişkiyi zorlaştıracak veya ilişkiye engel olacak düzeyde olabilir. Doğumsal penis eğriliklerinin tedavisi mümkündür ve ameliyattır. Bu durum aslında biraz da penis estetik ameliyatı gibi de değerlendirilebilir.
2.) Edinsel penis eğriliklerinin en yaygın olanı Peyronie hastalığıdır. Penisteki ereksiyonu sağlayan yapıları çevreleyen kılıfsı dokuda kolajen denilen bir maddenin birikimi ile bu dokuda plak tarzında sert alanlar oluşmasıyla karakterize bir hastalıktır. Genellikle 40 yaşından sonra görülür. Genetik etkenler, zorlamalı cinsel ilişki sonrası küçük damarlarda meydana gelen kanama odaklarının iyileşme sürecinde yetersizlikler, E vitamini yetersizliği, şeker hastalığı gibi nedenleri vardır .Hastalığın ilk döneminde sertleşme sırasında ağrılar ve peniste eğrilik meydana gelir. Bu dönemde uygulanan ilaç tedavileri genelde %30-40 arası başarılı olur. 12-18 ayı kapsayan birinci dönem tamamlandıktan sonra Peyronie hastalığının kronik dönemi başlar. Bu dönemde eğrilik iyice artar. Bu dönemde sertleşme sırasındaki ağrılar azalır veya kaybolur. Hastanın ereksiyon sorunu yoksa, eğriliği düzeltmek için cerrahi teknikler uygulanır. Penisin boyutlarına göre cerrahi tekniğin seçilmesi uygun olacaktır. Peyronie'nin ileri dönemlerinde ciddi anlamda ereksiyon sorunu da ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda uygulanacak tedavi, penil estetik ile birlikte penis protez operasyonudur.
23 Aralık 2009 Çarşamba
Botoks zararları,botoks problemleri, botoks çeşitleri, botoks
Botoks Uygulamaları
Botox (Botulinum toksini), Clostridium botulinum adlı bakteriden elde edilen bir toksindir. Botoks, sinir uçlarında iletimi sağlayan maddelerin salınımını engelleyip, sinirler ile sinirlerin ulaştığı organlar arasındaki iletimi durdurarak etkisini gösterir. Sinir iletiminin durması, sinirin ulaştığı organın işlevlerinin azalmasını ya da tamamen kaybolmasını sağlar. Botoks’un etki mekanizmasından tıpta birçok alanda yararlanılmaktadır. Plastik cerrahi alanında ise genellikle mimik kaslarının hareketleri ile ortaya çıkan yüzdeki çizgilenmeleri azaltmak ve aşırı terleyen bölgelerdeki terlemeyi azaltmak amacı ile kullanılır.
Mimik kaslarının yıllar boyunca çalışması, üzerini örten deri üzerindeki kıvrımları belirgin hale getirir ve böylece yüzdeki dinamik çizgilenmeler ortaya çıkar. En sık ortaya çıkan dinamik çizgiler, alın, kaşlar arası, göz kenarları ve ağız çevresinde görülür. Alın ve göz kenarlarındaki çizgiler kişiye daha yaşlı bir görünüm, kaşlar arasındaki çizgiler ise kişiye çatık kaşlı, kızgın bir bakış ifadesi verir. Mimik kaslarına botoks uygulanarak bu kasların hareketleri zayıflatılabilir, kas hareketlerindeki azalma, üzerindeki derinin, kas hareketleri ile katlanmasını ve katlanmaya bağlı çizgilenmeyi de azaltır. Bu şekilde yaşlı ve kızgın olarak görünen yüz ifadesinde de belirgin bir düzelme sağlanır.
Botoks, ter bezlerine uygulandığında, ter bezleri ile sinir uçları arasındaki iletim de durdurularak ter bezlerinin çalışması azaltılabilir. Vücudun en çok terleyen bölgeleri, avuç içleri ve koltuk altı bölgesidir. Aşırı terleme ve buna bağlı ter kokusu şikayeti olan kişilerin terleyen bölgelerine botox uygulandığında şikayetlerinde düzelme sağlanır.
Botoks, injeksiyon şeklinde uygulanır ve ağrılı bir işlem değildir, injeksiyon anında hafif bir ağrı hissedilebilir. Mimik kaslarının hareketlerinde azalma istendiğinde mimik kaslarının içine, terleme şikayetinin azalması istendiğinde deri içine injeksiyon yapılır. Botox’un etkisi injeksiyonu takiben ilk hafta içinde ortaya çıkar ve etki süresi 3-9 ay olmakla beraber ortalama 6 aydır. Botox, etkisini yitirdiğinde uygulama tekrarlanabilir. 2 yıl boyunca düzenli olarak botox uygulanan kişiler uygulamaya aynı düzende devam ettiklerinde kaslarında belirgin bir zayıflama ve buna bağlı yüz ifadesinde değişim olabilir. Bu nedenle uygulamaların 2. yıldan sonra daha uzun aralıklarla yapılmasında yarar vardır.
Botoks’un sağlık üzerine ciddi bir yan etkisi yoktur. Uygulama sonrası geçici bir şişlik, morarma, nadiren de geçici olarak göz kapağında düşüklük yapabilir. Botoks’un gebelik ve emzirme döneminde zararlı bir etkisinin olup olmadığı henüz tam olarak bilinmemektedir. Bu nedenle gebelik ve emzirme döneminde botox uygulamalarının yapılmaması önerilir. Sinir-kas sistemine ait hastalığı olan kişilerde (Eaton-Lambert sendromu, myastenia gravis gibi) uygulanmamalıdır.
22 Aralık 2009 Salı
SİVİLCELERDEN KURTULMA, SİVİLCELERE SON, SİVİLCESİZ HAYAT
Sivilce (Akne Vulgaris)
Sivilce, dermatolojik adıyla akne vulgaris, toplumda en sık karşılaşılan cilt hastalığıdır. Özellikle ergenlik dönemindeki gençlerde % 80-90 oranında rastlanmaktadır ve hemen hemen herkes hayatı boyunca en az 3-5 kez sivilce çıkarmaktadır.
Bu sık görülen hastalık hem fiziksel olarak görüntüyü bozmakta hem de bu görüntü bozukluğu psikolojik bozuklukların artmasına neden olmaktadır. Tedavi edilmediği takdirde uzun yıllar, hatta bir ömür boyunca devam edebilen bir hastalık haline dönüşmektir.
En sık karşılaştığımız 12-18 yaş gurubundan başlayarak, uygun tedavi alışkanlıkları ve tedavileri, hastanın cilt tipine ve hastalığın şiddetine göre uygulanmalıdır. Sivilce sadece yüz bölgesinde değil aynı zamanda sırt, göğüs, boyun gibi vücudun diğer bölümlerinde de çıkabilir.
Aknelerinizden kurtulmak için ne yapabilirsiniz ?Yardım için bir eczacıya veya doktorunuza başvurmanın yanısıra, aknenizi etkileyecek şeylerden uzak durarak da kendinize yardım edebilirsiniz.
Sadece yıkamak tek başına akneyi iyileştirir mi ?
Sadece yıkamak aknenizi iyileştirmeyecektir. Tüm yaptığı deri yüzeyini aşırı yağlanmadan uzak tutmaktır.Deriyi temiz tutmanın kesinlikle birtakım yararları olmakla birlikte, aşırı temizlemeye dikkat edin. Belli bir miktar sebum, derinin, çok fazla kurumasını önlemek için gereklidir; dolayısıyla aşırı yıkama ve ovuşturma yarardan çok zarar getirebilir. Tavsiye: Sade ve parfümsüz bir sabun deneyin. Eğer kullandığınız sabun derinizi tahriş ediyorsa, başka bir sabun deneyin.
Kozmetik ürünler akneyi artırırlar mı ?
Genç kızlar arasında, aknelerini makyaj ile gizlemeye çalışma eğilimi vardır. Bu, lekeleri nadiren kapatır ve deri gözeneklerini tıkar - bu neredeyse aknenin daha da kötüleşmesini garanti altına alan bir durumdur. Eğer makyaj yapmak istiyorsanız, hafif makyaj yapın ve soğuk krem değil hafif ve yağsız bir losyon deneyin.
Tavsiye: Yüz pudraları, dudak boyaları, göz kalemi, eyeliner ve rimel kesinlikle akneye neden olmaz ve nadiren deriyi tahriş eder.
Eğer akne varsa kaçınılması gereken herhangi bir yiyecek var mıdır ?
Tıbbi araştırmalar, akneye yol açan herhangi bir özel yiyecek türüne işaret etmemektedir. Fakat eğer herhangi bir yiyeceğin ani akne atakları ile ilişkili olduğunu düşünüyorsanız, o zaman bir süre bundan uzak durun ve neler olduğunu gözleyin. Yiyecekler konusunda genel olarak, vücudunuz ve onun içten içe akne ile savaşma yeteneği için ancak sağlıklı ve dengeli bir beslenmenin yararlı olacağı söylenebilir.
Başka şeyler aknenizi kötüleştirebilir mi ?
Her türlü yağa maruz kalmak (örneğin, mekanik olarak), tıpkı diğer endüstriyel kimyasallar gibi akneye neden olabilir. Fırın içi gibi çok yüksek sıcaklıklar aşırı terlemeye ve aknenizin kötüleşmesine neden olabilir. Öte yandan, güneş ışığı lekeler için iyidir ve akneniz yaz aylarında daha kolay iyileşir. Bununla birlikte, önceden doktorunuzun tavsiyesi olmaksızın çok uzun süre güneş banyosu yapmaktan veya solaryumda kalmaktan kaçının.
Aknenin kötüleştiği dönemler var mıdır?
Evet, çok fazla stres ve endişe sıklıkla aknenizi kötüleştirebilir. Öğrenciler genellikle, aknelerinin sınav öncesi veya sınav dönemlerinde arttığını farkederler. Bunun yanında insanların stres altında iken akneleri ile oynama alışkanlıkları vardır.
Adet kanaması akneyi etkileyebilir mi ?
Evet, menstürasyonun başlamasından 7-10 gün önce aknelerin kötüleşmesi ender rastlanan bir durum değildir. Bu, hormon seviyelerindeki aylık değişikliklere bağlı bir durumdur.
Tavsiye: Bazı kontraseptif ilaçlar, premenstrüel aknenin etkisini hafifletebilirler.
Akneleri sıkmak, temizlenmesine yardımcı olur mu ?
Zaman zaman çok güçlü bir istek duysanız bile, sivilcelerinizi sıkmamaya çalışın. Sivilcelerin sertçe sıkılması deriye zarar verir, enfeksiyon ve enflamasyonun yayılma olasılığını artırır ve dolayısıyla iyileşmeyi geciktirir. Bazı durumlarda, kalıcı nedbeleşmeye yol açabilir. Kendinize engel olamadığınız durmlarda, sivilceyi nazik bir biçimde sıkın ve ardından birtakım dezenfektanlar sürün.
Aknenin kaybolması ne kadar zaman alır ?
Akne ile ilgili hemen her şey "olumsuzdur"-ve tedaviye yanıt vermesi için gereken zaman da buna dahildir. En etkili ürünlerde bile, herhangi bir ciddi ilerleme görmeniz için belli bir süre, bazen uzun bir süre geçmesi gerekir. Aknelerinizin temizlenmesi için genellikle birkaç aylık bir tedavi gerekir. Ayrıca akneye olan eğiliminiz devam ettikçe zaman zaman yeniden tedaviye gereksiniminiz olacağını da bilmelisiniz. Bu yüzden sabırlı olmayı deneyin, tedavinizi düzenli olarak uygulayın ve doktorunuzun önerilerini dinleyin.
Akne sadece ergenlik döneminde mi ortaya çıkar ?
Hayır, her ne kadar başlıca ergenlik çağındakilerin problemi olsa da, akne hem erken çocukluk döneminde hem de yetişkinlerde, hatta otuzlu kırklı yaşlarda bile görülebilir.
Giysiler akneyi etkileyebilir mi ?
Evet. Eğer vücudunuzda akne varsa, hafif giysiler giyin, yünlü ve sentetik malzeme gibi tahriş edici kumaşlardan kaçının. Akne bulunan bölgeler ile temas eden iç çamaşırlarınızı ve giysilerinizi çok temiz tutun.
21 Aralık 2009 Pazartesi
SAĞLIK SÖZLÜĞÜ ''B'' HARFİYLE BAŞLAYAN TÜM HASTALIKLAR-2
BİKONKAV: Her iki yüzeyide konkav, iç bükey veya oyuk olan.
BİFİD: İki bölüme ayrılmış durumda olan, çatallı, yarık.
BİFURKASYON: İki dala ayrılma yeri.
BİLATERAL: Her iki tarafa ait olan, iki taraflı.
BİLÜRİBİN: Hemoglobinin yıkılmasından açığa çıkan kırmızı boya.
BİLÜRİBİNEMİ: Kanda bilüribinin artması.
BİOPSİ: Canlı bir dokudan muayene edilmek üzere küçük bir parça alınması.
BİSEKSÜEL: İki cinsiyetli, hem erkek hem dişi.
BİLEFARİT: Göz kapaklarının, özellikle kenar bölümlerinin iltihabı.
BONE: Kemik.
BOTULİSMUS: Basillus Botulismus toksinleri ile meydana gelen zehirlenme.
BRAKİYALJİ: Kol ağrısı.
BRADİKARDİ: Kalbin dakikadaki atım sayısının azalması.
BRONCHİOLİTİS: Solunum sisteminin en küçük fonksiyonel üniteleri olan bronşiollerin iltihabına denir.
BÜL: Ciltte içi sıvı dolu kabarık oluşumlar. Çapları 0.5 cm'den büyüktür. Küçük olanlarına vezikül denir. Bkz. Resim - Vezikül
BÜLLÖZ: Büllerden oluşan lezyon.
SAĞLIK SÖZLÜĞÜ ''E'' HARFİYLE BAŞLAYAN TÜM HASTALIKLAR
E.E.G: Elektroansefalografi kelimesi için kullanılan kısaltma.
EFFEKT: Tesir, etki.
EFFEKTİF: Etkili, tesirli.
EFERVESAN: Suya atıldığı zaman küçük gaz kabarcıkları çıkartarak köpüren, eriyen.
EFFÜZYON: Vücut boşluklarında veya doku içerisinde sıvı birikmesi. "Plevral effüzyon" iki plevra yaprağı arasında sıvı birikmesidir.
EFOR DİSPNESİ: Efor esnasında ( herhangi bir bedeni faaliyet, merdiven çıkma, yük taşıma, koşma gibi ) ortaya çıkan dispneye efor dispnesi denir.
E.K.G: Elektrokardiogram kelimesi için kullanılan kısaltma.
EKİNOKOK: Köpek ve kurtlar, nadiren kedilerde bulunan bir parazit olup larvaları memeli canlılarda büyüyerek hidatik kistleri yaparlar.
EKLAMPSİ: İlerlemiş gebeliklerde veya doğumdan hemen sonra yüksek kan basıncı, ödem ve idrarda protein yükselmesi ile karekterize nöbetler ve önlem alınmazsa bilincin kaybolması hali.
EKO: Yankı.
EKOKARDİYOGRFİ: Kalp, damar sisteminin teşhisinde kullanılan ultrasonik bir yöntem.
EKOKARDİYOGRAM: Ekokardiyografi yoluyla elde edilen çizelge.
EKOENSEFALOGRAM: Beynin ekoensefalografi ile elde edilen çizelgesi.
EKOLALİ: Hastanın kendisine söylenilen sözleri anlamsız şekilde aynen tekrarlaması.
EKLAMPSİ: Gebelerde plasentadan gelen toksinlerle oluşan bilinç kaybı ve konvulsiyonlarla birlikte seyreden tablo.
EKSİZYON: Bir dokunun çıkartılıp atılması.
EKTAZİ: Genişleme. Örn. Bronşektazi.
EKTODERM: Derinin en dış tabakası.
EKTOPİ: Her hangi bir organın normal bulunması gereken yerde değilde, vücudun başka bir yerinde olması hali.
EKTROPİON: Göz kapaklarının serbest kenarlarının dış tarafa kıvrılmaları.
EKZEMA: Deride kızarıklık, şişme, veziküller, kaşıntı gibi belirtilerle görülen daha çok psikosomatik nedenli cilt rahatsızlığı. Akut ve Kronik diye ayrıldığı gibi Yaş ve Kuru ekzema cinsleri de vardır.
ELEKTROANSEFALOGRAFİ: Beynin elektriki faaliyetlerinin grafik olarak gösterilmesi.
ELEKTROKARDİOGRAFİ: Kalp adelesinin faaliyetlerinin grafik olarak gösterilmesi.
ENDOKRİNOLOJİ: İç salgı bezlerinin fonksiyonlarını, normal dışı çalışma sonucu oluşan hastalıklarını ve bunların tedavilerini inceleyen tıp dalıdır.
ENDOKRİNOLOG: Endokrin sistemin yapı, patolojileri ve tedavisi konusunda uzman kişi.
ENSEFALON: Beyin.
ENVAZYON: Yayılma, örneğin kafatasındaki bir tümörün beyin dokusuna envazyonu denince tümörün beyine yayılması kastedilir.
EPİTEL: Organ ve vücut yüzeylerini örten hücre tabakası.
EROZYON: Deri veya mukozada görülen, sınırlı bir bölgede epitel kaybı, yüzeyel yaralar. Örneğin; Cervical erozyon, halk arasında rahim ağzında yara olarak bilinir.
20 Aralık 2009 Pazar
APOPLEKSİ: Felç, inme.
ARAKNOİT: Beynin üzerinin örten ince zar.
ASETABULUM: Uyluk kemiğinin başının, kalça kemiği ile eklem yaptığı çukurluk
ASETİLSALİSİLİK ASİT: Yaygın olarak kullanılan ve bilinen aspirinin kimyasal adı.
ASİDOZ: Organizmanın asit baz dengesinde asit istikametinde bozulma sonucu ortaya çıkan entoksikasyon tablosu.
ASO: "Antistreptolizin O" için kullanılan kısaltma. Streptolizin, "Hemolitik Streptokok" adı verilen bakterilerin salgıladığı toksinin adıdır. Bu toksinin varlığını tespit için yapılan tetkike de kısaca ASO adı verilir. ASO, romatizma gibi bazı Hemolitik Streptokok enfeksiyonlarında yükselir bu açıdan teşhis te ASO değerleri önem taşır.
AŞİL TENDONU: Baldır arka kısmındaki kas grubunun, topuk kemiğine birleşmesini ve ayağın aşağı yukarı hareketini sağlayan yapı(kiriş).
ATROPİN: Belladonna (Güzel Avrat Otu) adlı bitkiden elde edilen bir alkaloiddir. Tıpta çok değişik kullanım alanları vardır. Örneğin, göz dibinin muayenesinde, göz bebeğinin genişletilmesi için, ayrıca anesteziden önce üst solunum yollarında salgıların azaltılması için kullanılır.
SAĞLIK SÖZLÜĞÜ ''F'' HARFİYLE BAŞLAYAN TÜM HASTALIKLAR
FALLOT'S TETRALOGY: Kalbin doğumsal bir anomalisine verilen isim.
FALKS SEREBRİ: Beynin sağ ve sol yarı kürelerini birbirinden ayıran, orağa benzediği için bu isim verilen kalın zar.
FAMİLYAL: Irsi, kalıtsal, herediter.
FARİNKS: Yutak.
FASİAL SİNİR: Yüz siniri, yedinci kafa çifti.
FASİAL PARALİZİ: Yüz siniri felci, bu sinirin felcinde yüzün yarısı kısmen hareketsiz ve ifadesiz kalır. Santral ve Periferik olmak üzere iki türlü olur.
FAT: Yağ.
FATAL: Öldürücü, ölümle sonuçlanan.
FEBRİL: Ateşli, hummalı.
FEKALİT: Barsakta bir kısım dışkının sertleşmesi sonucu oluşan dışkı taşı.
FEÇES: Dışkı.
FEMUR: Uyluk kemiği.
FERMENT: Bazı organların salgılarında bulunup kimyasal değişikliklere etki eden maddeler.
FERMENTASYON: Mayalanma.
FERRİTİN: Demir elementinin vücutta depo edilen şekli.
FERTİL: Gelişme yeteneği olan, doğurabilen.
FERTİLİTE: Doğurma yeteneği, verimlilik.
FETUS: Üçüncü gebelik ayı başından doğuma kadarki devre içinde ana rahmindeki canlıya verilen isim.
FETAL: Fetus'a ait.
FİBRİN: Kanın pıhtılaşmasına yarayan albumin cinsinden bir madde.
FİBRİNEMİ: Kanda fibrin bulunması.
FİBRİNÜRİ: İdrarda fidrin çıkması.
FİBROM: İyi huylu bağ dokusu uru.
FİBRO-SARKOM: Bağ dokusunun kötü huylu tümörü.
FİBRÖZ: Lif dokusu
FİBULA: Bacaktaki iki kemikten dış kısımda olanıdır. Üstte Tibia ile eklem yapar diz eklemi yapısına girmez, altta ise ayak bileği eklemine iştirak eder.
FİLARİA: Omurgalı canlıların kanında ve dokularında yaşayan kıl kurdu cinsi parazit. Elefantiazis denilen rahatsızlığa neden olur.
FRENİK SİNİR: Nervus Frenicus. Göğüs boşluğu ile karın boşluğunu birbirinden ayıran diafragmanın sinirine verilen addır.
Antideprasan,psikiyatrik ilaçlar,ANTİPSİKOTİK İLAÇLAR,Şizofreni ilaç
Eskiden sinir ilacı deyince kişiyi bol bol uyutmaktan başka bir etkisi olmayan, üstelik her kullananda bağımlılık yaratan birtakım ‘uyuşturucu’ maddeler anlaşılırdı. Gerçekten de 1950’lere kadar sinir hekimlerinin hastaları uyutmak ve sakinleştirmek dışında yapabileceği pek bir şey yoktu. Ancak son 50 yıl içinde insan psikolojisini değiştirmeye yönelik yöntemler büyük ilerleme gösterdi. Psikoterapi teknikleri gelişti ve çeşitlendi, elektroşok ve manyetik uyarım sayesinde beyne uyarı vererek ruhsal bozuklukları gidermek mümkün hale geldi. Özellikle 1980’lerden sonra sinir sistemi ilaçlarının yan etkileri çok aza indirildi, ihtiyacı olanlar bu ilaçları rahatlıkla kullanabilmeye başladı.
Psikiyatride kullanılan sinir sistemi ilaçlarını şu gruplara ayırabiliriz:
1-Antidepresan ilaçlar (öncelikle depresyonda kullanılan ilaçlar)
2-Antipsikotik ilaçlar (öncelikle şizofrenide kullanılan ilaçlar)
3-Kaygı giderici ilaçlar (huzursuzluk, sıkıntı gibi hallerde kullanılan ‘müsekkin’ ilaçlar)
4-Mizaç dalgalanmalarını önleyen ilaçlar (lityum tuzu ve bazı sara ilaçları)
ANTİDEPRESAN İLAÇLAR
Depresyon çok sık görülen önemli bir hastalıktır. İsteksizlik, hayattan zevk almama, sinirlilik, uyku ve iştah bozukluğu gibi belirtileri vardır. Unutkanlık, yorgunluk, cinsel sorunlar, okul başarısında düşme, iş performansında azalma, aile içi geçimsizlik gibi durumların altından depresyonun çıktığına sıklıkla rastlarız. Teşhisi konamayan ağrılar, mide barsak bozuklukları ve çeşitli bedensel yakınmalar da depresyona bağlı olabilir. İntiharların sebebi genellikle depresyondur.
Antidepresan ilaçlar, depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlardır. Depresyona girmiş her 100 hastadan 70-80’i başka hiçbir müdahaleye gerek kalmadan, sadece ilaç tedavisiyle düzelir. Kalan %20-30’luk grupta ise psikoterapi veya elektroşok türünden ekstra girişimlere ihtiyaç duyulur.
Depresyonda beyinde serotonin, noradrenalin, dopamin maddeleri azalmıştır. Bunlar duygu ve düşünce hayatımızı düzenleyen maddelerdir. Antidepresanlar bu maddelerin miktarını arttırarak tesirlerini icra ederler. Antidepresan ilaçlar hakkında yanlış bilinen bazı noktaları burada önemle vurgulamak istiyoruz:
1- Antidepresan ilaçlar beyinde suni bir mutluluk yaratmayıp tam tersine bozulmuş olan dengeyi yeniden sağlar. Antidepresanlar, depresyonu olmayan kişilerde fayda getirmez.
2-Antidepresan ilaçların etkileri geç başlar (en erken 2-3 hafta sonra). Arada bir 1-2 hap içerek depresyondan kurtulmak mümkün değildir.
3-Antidepresan ilaçlar, doktor söylemeden kesinlikle bırakılmamalıdır. Kişi haftalar içinde tamamen iyileşse bile, antidepresan ilaca en az 6 ay devam edilmelidir. Çünkü depresyonun düzeldikten sonra ilk 6 ay içinde tekrarlama riski yüksektir.
4- ANTİDEPRESAN İLAÇLAR BAĞIMLILIK YAPMAZ.
5- ANTİDEPRESAN İLAÇLAR UYUŞTURUCU DEĞİLDİR. Antidepresan keyif vermez, zaten yukarıda belirttiğimiz gibi etkisi en erken 2-3 haftada başlar. Bazı antidepresanların uyku ve sersemlik gibi yan etkilere yol açtığı doğrudur. Ancak son 10-15 yılın en mühim tıbbi gelişmelerinden biri, uyku ve sersemlik yapmayan antidepresan ilaç çeşitlerinin artmasıdır. Artık hemen hiçbir ciddi yan etki ortaya çıkmadan depresyon tedavisi genellikle mümkündür.
Antidepresan ilaçlar depresyon dışındaki durumlarda da faydalıdır. Obsesif kompülsif bozuklukta (takıntı hastalığı) ilk tercih edilen ilaçlar, özellikle serotonin üzerinden etki gösteren antidepresanlardır. Ağrı tedavisinde elimizdeki en önemli silahlardan biri yine antidepresan ilaçlardır. Panik bozukluğunda, çocuklarda gece işemelerinde, kadınlarda adet öncesi gerginlik durumlarında, sigara isteğinin azaltılmasında, erkeklerde cinsel ilişki sırasında erken boşalmanın giderilmesinde ilk başvurulan ilaç bir antidepresandır.
Seçici olmayan monoamin geri alım inhibitörleri:
Tofranil
Anafranil
Laroxyl
Tolvon
Desyrel
Ludiomil
Serzone
İnsidon,İnsomin
Bu grup ilaçların büyük kısmi Trisiklik antidepresanlardan oluşur ve bazı yan etkileri vardır. 100 hastadan ortalama 7’sinde bu yan etki görünür. 1-2 hafta içinde bunların birçoğu ortadan kalkar. Bunlardan bazıları;
Bulantı-kusma
Ağız kuruluğu
Görme bozukluğu
Kabızlık
Sık idrar yapma veya idrar yapma zorluğu
Çarpıntı v.s
Seçici serotonin geri alım inhibitörleri:
Prozac,Depreks,Zedprex
Lustral,Seralin, Serdep
Faverin
Seroxat
Cipram
Efexor
Stablon
Remeron
Bu grup antidepresanların yan etkileri diğer gruba göre daha azdır, çoğu ilk 2 hafta içinde görülür. İlaç kesildikten sonra ortadan kalkar. Bunlardan bazıları:
Bulantı,kusma
Sıkıntı hali
İshal
Uyku hali
Baş ağrısı
Uykusuzluk
Cinsel işlev bozukluğu vs
ANTİPSİKOTİK İLAÇLAR
Antipsikotik ilaçların başlıca kullanım alanı şizofrenidir. Şizofrenide temel bozukluk, beyinde dopamin fazlalığıdır. Antipsikotik ilaçlar dopaminin beyindeki etkisini azaltarak etki gösterir.
Antipsikotikler bağımlılık yapmaz, uyuşturucu değildir. Bazıları uyku ve sersemliğe yol açabilir. Adale kasılmasına sebep olabilir. ‘Psikiyatrik tedavi gördü, hareketleri ve bakışları donuklaştı, robot gibi oldu’ denilen hastalar muhtemelen antipsikotik kullanmışlardır. Ancak antipsikotiklerin ciddi yan etkileri çok azdır, ortaya çıkan yan etkilerin de çoğu geçicidir.
Antipsikotik ilaçlar sadece şizofrenide kullanılmaz. Depresyonda, kaygı yüksekliğinde, ağrılarda, bazı cinsel sorunlarda, kusmalarda, hıçkırığın giderilmesinde de işe yarar.
Antipsikotik ilaçlar beyinde Dopamin ve Serotonin adı verilen maddelerin etkilerini değiştirerek görev yaparlar.
Bu ilaçlar kullanım şekillerine, etki ve yan etki şekillerine göre sınıflandırılabilirler.
Kullanım şekillerine gore baktığımızda kabaca 3 şekilde ayırabiliriz:
Sadece ağızdan alınabilen antipsikotik ilaçlar;
Mellerettes,melleril,Stilizan,Burunon,leponex,Dogmatil
Nörofren,Risperdal,Zyprexa,Sülpir
İğne formunda olanlar;
Nörodol,Largactil,Clopixol,Fluanxol,Prolixine
Depo formu olanlar;
Clopixol , prolixine, Fluanxol gibi ilaçların 15 gün boyunca vucutta etkili olan depo şekilleri de vardır.
Bu antipsikotik ilaçların etkileri gibi yan etkiler de uzun süre devam eder. Bu ilaçlar özellikle düzenli ilaç kullanımında sorunları olan hastalarda kullanılır. Etki şekillerine gore sınıflarken;Bu tablo göz önüne alınır. Bu ilaçların eş değer dozunun bir taraftan sakinleştirici etkisi artarken diğer taraftan antipsikotik etki denilen psikotik bozukluk veya şizofreniye etkili gücü azalmaktadır. Bu nedenle zaman zaman farklı gruplar içinden ilaçlar birlikte kullanılabilmektedir.
Yan etkilerine gore de iki temel gruba ayrılırlar:
1-Uyku verici, sersemlik, tansiyon düşmesi,idrar tutukluğu,cinsel problemler daha fazla yapanlar: Largactil,Melleril,Leponex,Zyprexa,Risperdal
2-Hareket bozuklukları(yerinde duramama , katılık, maske yüz v.s.) daha fazla yapanlar: Nörodol,Prolixine,Clopixol,Fluanxol,Nörofren
Şizofreni hastalarında temel olarak 3 nedenden dolayı antipsikotik ilaçlar kullanılır. Bu etkileri kısaca şöyle açıklayabiliriz:
1-antipsikotik etki: Psikotik yaşantılar denilen ; Hayal görme , ses işitme, yanlış düşünceler, dikkatini toplamada güçlük , düşünce ve konuşmada bozukluklar, garip ve nedensiz davranışlar gibi çoğu zaman hastayı ve çevresini de rahatsız eden durumu düzeltmek amacıyla ilaç kullanılır.
2-sakinleştirici etki; Uykusuzluk,gerginlik, taşkınlık, kaygı durumu, huzursuzluk, aşırı hareket ve kontrolsüz davranış durumunda bu etkisinden yararlanılır.
3-hastalığı önleyici etki; Hastalığın alevli dönemlerinin tekrarlamasını, yatışların önlenmesini,nükslerin şiddetinin azaltılmasını,hastalığın oluşturduğu dikkat azalması,düşüncede yavaşlama, öğrenmede zorlukla belirgin olan bilişsel bozuklukları azaltmayı hedefler.
Antipsikotik ilaçların yan etkileri de 3 grupta toplanabilir;
A-Hareket Bozuklukları
B-Metabolik ve Dolaşım sorunları
C-Diğerleri
Hareket bozuklukları ilk ilaç kullanımı ardından kısa zaman (saatler ve günler içinde) sonar ortaya çıkanlar ve geç dönemde ortaya çıkanlar diye ayrılabilir.
Nöroleptik ilaç alımını takiben ilk günler içindeki yan etkiler;
KASILMA,KATILIK,HUZURSUZLUK,HAREKETLERDE YAVAŞLAMA,
YERİNDE DURAMAMA,KÜÇÜK ADIMLARLA YÜRÜME,TİTREME,
MASKE (DONUK) YÜZ.
Geç dönemde ortaya çıkan yan etkiler;
İstemsiz kas hareketleri, Dilde ve ağızda oynamalar, Yerinde duramama, Yatamama
Yılansı vücut hareketleri.
Metabolik Yan etkiler: Ağız Kuruluğu, Salyada Artma(Leponex), Kabızlık, İshal,
İştah artışı ve kilo alma, Baş Dönmesi, Terlemede artma, Beyaz kan hücrelerinde azalma(Leponex), Memelerden süt gelmesi(galaktore)
Diğerleri başlığı altında toplanan yan etkiler ise;
Çabuk Yorulma, Cinsel bozukluklar, Kilo alımı, Görme bozuklukları, Adet Düzensizliği,
Nöbet geçirme, Nöroleptik Maliyn Sendrom, Çarpıntı, Deri döküntüleridir.
Bunların içinde özellikle önem taşıyan durum sebepsiz (herhangi bir infeksiyon veya ateş yükselmesine neden olabilecek diğer tıbbi sorunlar) ateş yükselmesi ile giden nöroleptik maliyn sendromdur. Kısa sure içinde en yakın sağlık kuruluşuna başvuru gerektirir.
Yan etkilerle karşı karşıya kalındığında yapılması gerekenler aşağıda özetlenmiştir;
1.Telaşa kapılmayın
2.Bu durumun geçici bir yan etki olduğunu düşünün ve hastanıza bilgi verin
3.Mümkünse kendi doktorunuza veya tedavi gördüğünüz birimin nöbetçi doktoruna ulaşın
4.Eğer uzakta iseniz,kullandığınız ilaçların listesi ile birlikte en yakın sağlık kuruluşuna başvurun.
5.Uygun önlemlere rağmen ilaçların vücutta kalma sürelerine bağlı olarak bu etkilerin bir süre daha devam edeceğini bilin
ANTİSİYOLİTİK (KAYGI GİDERİCİ) İLAÇLAR
‘Müsekkin’ veya ‘sakinleştirici’ olarak bilinen ilaçlar bu gruptandır. Etkileri çabuk başlar (damardan alınırsa birkaç dakika içinde, ağızdan alınırsa genellikle 30-60 dakika içinde). Bu ilaçlar kullanan kişide endişe ve huzursuzluğu azaltır, rahatlama hali meydana getirir. Çoğu yeşil reçete ile verilir. Çoğu uyku, sersemlik, yorgunluk ve unutkanlık yapar. İlaç alındıktan sonra kısa süre içinde başlayan ferahlatıcı etkileri sebebiyle, kaygı gidericilerin kötüye kullanılma tehlikesi vardır. Psikiyatride kullanılan ilaçlar arasında bağımlılık yapma ihtimali bulunan tek ilaç grubu ANTİDEPRESANLAR DEĞİL kaygı gidericilerdir. Bu yüzden kaygı giderici ilaçların satışı sıkı kontrol altındadır, hastalar doktor reçetesi olmadan bu ilaçları kesinlikle alamazlar. Doktoru da hastasının bağımlı olmasına müsaade etmeyeceğinden, sakinleştiricilerin bağımlılık tehlikesi korkulduğu kadar büyük değildir.
Kaygı giderici ilaçlar aynı zamanda adale gevşeticidir. Sara nöbeti geçirmekte olan kişilere damardan verildiklerinde hayat kurtarırlar.
XANAX
DİAZEM
RİVOTRİL
TRANXİLENE
LİDANİL
BUSPON
ATİVAN
NERVİUM
LİBRİUM
LUMİNAL
Deri döküntüleri
Sersemlik hali
Uyku artışı
Kilo alma
Sinirlilik gibi yan etkileri vardır.
EN ÖNEMLİ YAN ETKİSİ uygunsuz ve doktor kontrolü olmadan alındığında oluşan bağımlılık ve kötüye kullanımdır. BU NEDENLE DİĞER TÜM İLAÇLAR GİBİ DOKTOR KONTROLÜNDE ALINMALIDIR.
MİZAÇ DALGALANMALARINI ÖNLEYEN İLAÇLAR
Bu ilaçlar özellikle manik depresif hastalıkta (iki uçlu mizaç bozukluğu veya bipolar bozukluk) kullanılır. Söz konusu amaçla en sık kullanılan ilaç lityum adında bir tuzdur. Ayrıca bazı sara ilaçlarının da mizaç dalgalanmalarını önlediği bilinmektedir. Genellikle uzun süre kullanılırlar.
LİTHURİL
TEGRETOL,KARBALEX,KARAZEPİN
DEPAKİN,KONVULEX
LAMİCTAL
ANTİKOLİNERJİK VE YAN ETKİ AZALTICI İLAÇLAR
Özellikle nöroleptiklerin oluşturduğu hareket bozukluklarının azaltılmasında ve giderilmesinde kullanılan ilaçlardır.
AKİNETON
BENADRYL
DİDERAL